Ben Zonguldak'a bağlı bir kasabada doğdum. Çok önceki yazılardan birinde bahsetmiştim sanırım çocukluğumun tuhaf hikayeleri ile ilgili anılarımdan. Büyük bir grizu patlaması sonucu madenden çıkarılamayan cesetler yüzünden denizin kurtlandığı, insanların denizden çıktıklarında mayolarından kurtların döküldüğü yazdan. O zamanki kömür-maden işçileri sendikası başkanının Jaguar marka arabasından. Maden şehirlerinin karanlık, isli havasından.
Dün akşam elimdeki kitabın kadın karakteri yüzünden hayatımın ne kadar yavan olduğuna hayıflanıyordum. Metrobüste yer bulup otursam diye hevesleniyordum. Akşam mesaisinde yemekte zeytinyağlı kereviz vardı. Ve ben bir kere daha nasıl bir ülkede yaşadığımı unutmuş günlük rutinin içinde kendimle uğraşıyordum. Sonra, yine yukarıdaki o koca yarıktan yine koca bir taş düştü başımıza.
Bilmiyorum dünyada başka kaç ülke vardır ki çoktan nasihatle uslanmasından umut kesilip bunca musibetle sınansın ve hala akıllanmasın.
Ulusal yas ilan edilince ne olur bilmiyorum, ama bu felaketten sonra ulusal yas ilan edecekler mi acaba diye beklemek ne kadar saçma biliyorum. Ortada bir cihat, dini bir kavga, vatani bir görev bilmem ne yokken ihmalden, sorumsuzluktan, vurdumduymazlıktan ölmüş insanları sanki onlar için hisleniyorlarmış gibi, onları ne kadar değerli gördüklerini sanalım diye durup dururken şehit ilan etmek ne kadar saçma onu da biliyorum.
Allah yardım etsin diye dua etmeyi matah sayanlara da bir çift lafım var: Tevekkül nedir bilir misiniz? Yapılması gereken her şeyi yaptıktan sonra sonucu Allah'tan beklemektir. Ben öğretmeyeyim bence size böyle şeyleri...
Şili'de maden işçilerini, üzerindeki tulumla kucaklayan yüzü isli başbakanın fotoğrafına bakıp gözlerim dolarken; Soma'da felaketten kurtulan işçileri takım elbiseleri içinde kenardan, yaklaşmaya korkarak izleyen bakanları görünce içim nefretle doluyor. Nefret kusuyorum...
İnsanı insan değil rakam, üç beş, neyse ki ile tanımlayan "adam"lardan, olanı Cuma hutbesinde paylaşmak dışında bir eylem başlatmayan "yetkili" lerden, 15 yaşındaki çocuklarımızı yerin ne üstünde ne de altında yaşatmayan, yaşatamayanlardan nefret ediyorum!
Ama en çok da bu felaketin içinde bile, sırf birilerinin adını manşetlerden, tartışmalardan uzaklaştırabilmek için dikkati bambaşka yerlere çekmeye çalışan, iktidar yalakası, cinayetlerin yardakçısı, üç beş kuruşa haysiyetini satmış, tek işi sataşıp provokasyon edasında dimağ kirletmek, akıl bulandırmak olan o baş belalarından ve hala onları dinleyen, hala soru sormayan, hala eleştirmeye korkup eleştireni de küfürle hakaretle tehdit eden, giden canın hesabını bile soramayacak kadar körü körüne biat etmişlerden nefret ediyorum! Çünkü bu canların hesabı sizde! Siz hesap sormadıkça, siz bizim çığlıklarımıza katılmadıkça daha çok ölürüz biz; yerin üzerinde de altında da.
Ve hala fark etmediyseniz söyleyeyim; sırf siz böylesine biat ediyorsunuz diye bizden daha güvende değilsiniz bu ülkede çünkü koskoca bir ülke, bütün halinde, bir sorumsuzluğun, bir acımasızlığın ve bir egonun kurbanı olmak üzere...
Hepimizin başı sağ olsun...
Dün akşam elimdeki kitabın kadın karakteri yüzünden hayatımın ne kadar yavan olduğuna hayıflanıyordum. Metrobüste yer bulup otursam diye hevesleniyordum. Akşam mesaisinde yemekte zeytinyağlı kereviz vardı. Ve ben bir kere daha nasıl bir ülkede yaşadığımı unutmuş günlük rutinin içinde kendimle uğraşıyordum. Sonra, yine yukarıdaki o koca yarıktan yine koca bir taş düştü başımıza.
Bilmiyorum dünyada başka kaç ülke vardır ki çoktan nasihatle uslanmasından umut kesilip bunca musibetle sınansın ve hala akıllanmasın.
Ulusal yas ilan edilince ne olur bilmiyorum, ama bu felaketten sonra ulusal yas ilan edecekler mi acaba diye beklemek ne kadar saçma biliyorum. Ortada bir cihat, dini bir kavga, vatani bir görev bilmem ne yokken ihmalden, sorumsuzluktan, vurdumduymazlıktan ölmüş insanları sanki onlar için hisleniyorlarmış gibi, onları ne kadar değerli gördüklerini sanalım diye durup dururken şehit ilan etmek ne kadar saçma onu da biliyorum.
Allah yardım etsin diye dua etmeyi matah sayanlara da bir çift lafım var: Tevekkül nedir bilir misiniz? Yapılması gereken her şeyi yaptıktan sonra sonucu Allah'tan beklemektir. Ben öğretmeyeyim bence size böyle şeyleri...
Şili'de maden işçilerini, üzerindeki tulumla kucaklayan yüzü isli başbakanın fotoğrafına bakıp gözlerim dolarken; Soma'da felaketten kurtulan işçileri takım elbiseleri içinde kenardan, yaklaşmaya korkarak izleyen bakanları görünce içim nefretle doluyor. Nefret kusuyorum...
İnsanı insan değil rakam, üç beş, neyse ki ile tanımlayan "adam"lardan, olanı Cuma hutbesinde paylaşmak dışında bir eylem başlatmayan "yetkili" lerden, 15 yaşındaki çocuklarımızı yerin ne üstünde ne de altında yaşatmayan, yaşatamayanlardan nefret ediyorum!
Ama en çok da bu felaketin içinde bile, sırf birilerinin adını manşetlerden, tartışmalardan uzaklaştırabilmek için dikkati bambaşka yerlere çekmeye çalışan, iktidar yalakası, cinayetlerin yardakçısı, üç beş kuruşa haysiyetini satmış, tek işi sataşıp provokasyon edasında dimağ kirletmek, akıl bulandırmak olan o baş belalarından ve hala onları dinleyen, hala soru sormayan, hala eleştirmeye korkup eleştireni de küfürle hakaretle tehdit eden, giden canın hesabını bile soramayacak kadar körü körüne biat etmişlerden nefret ediyorum! Çünkü bu canların hesabı sizde! Siz hesap sormadıkça, siz bizim çığlıklarımıza katılmadıkça daha çok ölürüz biz; yerin üzerinde de altında da.
Ve hala fark etmediyseniz söyleyeyim; sırf siz böylesine biat ediyorsunuz diye bizden daha güvende değilsiniz bu ülkede çünkü koskoca bir ülke, bütün halinde, bir sorumsuzluğun, bir acımasızlığın ve bir egonun kurbanı olmak üzere...
Hepimizin başı sağ olsun...
Ağlayarak okudum yazını Barika. O kadar doğru ki söylediklerin. Bugün de yine çok kötü içim acıyor :(
YanıtlaSil