5 Mayıs 2014 Pazartesi

KISMET


Bugün Hıdırellez, dilediklerimizi gül ağacına çizip gömdüğümüz o gecenin üzerinden nereden baksam iki yıl geçti. Yıl dediğin zaten ipi kopmuş tesbih gibi patır patır dökülüyor ellerimden. Ben de sıçraya sıçraya uzaklaşmalarını izliyorum. De ki ne değişti; diyeyim ki hiçbir şey. Yani neredeyse hiçbir şey.

“Neden bırakmıyorsun?” diyene dönüp “Çünkü bırakamıyorum, yok, aslında bırakmak istemiyorum o yüzden bırakamıyorum” diyeli nereden baksam üç yıl oldu. Bir daha da bırakmak istemeyecek kadar bağlanmamayı diledim. Bunu öğrenmeyi diledim.  Yapabilmeyi diledim. Öğrendim mi dersen en azından etimden et koparmış gibi olmadan, henüz ucundan tutturmuşken kesmeyi öğrendim sanırım.

Eskiden bahar patlamış mısır gibi çiçek açan ağaçlardan ibaretti, yeterince çocukken. Yeterince ergen olduğumuzda kaynayan hatta fokurdayan kanımızdan ibaret oldu. Ve şimdi yeterince otuzlarken bahar, iklim deformasyonundan nasibini almış sıcak mı soğuk mu olduğunu bilmediğimiz bir mevsim oluverdi. Hayatımız gibi, olması gerektiği zamanda olması gerektiği gibi olmayan, mutasyona uğramış bir mevsim…

Bugün Hıdırellez, ben bir kere daha o kağıda çizeceklerimi daha çizemeden karalamış vaziyetteyim. Gül ağacının altına elle tutulur o kap-kacakları çizmek istemiyorum. Ama onları da çizmezsem elimde kalem öylece kala kalmaktan korkuyorum.

Demişler ki bu akşam dilekleri havaya çizip, hiç konuşmadan eve kadar gidebilirsek dileğimiz kabul olacakmış. Aha da benim derdim de o; ben hiç konuşmamayı ya da olmadı en azından susmayı öğrenebilseydim belki bugün o kağıda çizecek bir resmim olurdu. Demek ki ondan tutmuyor dilekler. Tutuluyor…

Neyse, kısmet. Mukadderat. Hayat… Bana olmayan başkasına kısmet. Kısmeti açılan herkese benden çay.

1 yorum:

  1. sen dünya iyisi, umarım kalemine ve yüreğine düşenler gerçekleşir. ne diyeyim kısmet bu bellimi olur

    YanıtlaSil