Bugün Hıdırellez, dilediklerimizi gül ağacına çizip
gömdüğümüz o gecenin üzerinden nereden baksam iki yıl geçti. Yıl dediğin zaten
ipi kopmuş tesbih gibi patır patır dökülüyor ellerimden. Ben de sıçraya sıçraya
uzaklaşmalarını izliyorum. De ki ne değişti; diyeyim ki hiçbir şey. Yani neredeyse
hiçbir şey.
“Neden bırakmıyorsun?” diyene dönüp “Çünkü bırakamıyorum,
yok, aslında bırakmak istemiyorum o yüzden bırakamıyorum” diyeli nereden baksam
üç yıl oldu. Bir daha da bırakmak istemeyecek kadar bağlanmamayı diledim. Bunu öğrenmeyi
diledim. Yapabilmeyi diledim. Öğrendim
mi dersen en azından etimden et koparmış gibi olmadan, henüz ucundan
tutturmuşken kesmeyi öğrendim sanırım.
Eskiden bahar patlamış mısır gibi çiçek açan ağaçlardan
ibaretti, yeterince çocukken. Yeterince ergen olduğumuzda kaynayan hatta
fokurdayan kanımızdan ibaret oldu. Ve şimdi yeterince otuzlarken bahar, iklim
deformasyonundan nasibini almış sıcak mı soğuk mu olduğunu bilmediğimiz bir
mevsim oluverdi. Hayatımız gibi, olması gerektiği zamanda olması gerektiği gibi
olmayan, mutasyona uğramış bir mevsim…
Bugün Hıdırellez, ben bir kere daha o kağıda çizeceklerimi daha
çizemeden karalamış vaziyetteyim. Gül ağacının altına elle tutulur o kap-kacakları
çizmek istemiyorum. Ama onları da çizmezsem elimde kalem öylece kala kalmaktan
korkuyorum.
Demişler ki bu akşam dilekleri havaya çizip, hiç konuşmadan
eve kadar gidebilirsek dileğimiz kabul olacakmış. Aha da benim derdim de o; ben
hiç konuşmamayı ya da olmadı en azından susmayı öğrenebilseydim belki bugün o
kağıda çizecek bir resmim olurdu. Demek ki ondan tutmuyor dilekler. Tutuluyor…
Neyse, kısmet. Mukadderat. Hayat… Bana olmayan başkasına
kısmet. Kısmeti açılan herkese benden çay.
sen dünya iyisi, umarım kalemine ve yüreğine düşenler gerçekleşir. ne diyeyim kısmet bu bellimi olur
YanıtlaSil