"Aşkından ölsem söylemem!" dediğimiz adamlara aşık olup, sonra bundan ve ondan köşe bucak kaçtığımız biz dönem vardı; hatırlar mısınız? İşte o dönem, yıllar sonra geri geliyor bence.
Her şeyi daha doğrusu kendimize ait her şeyi yola soktuğumuz ya da sokmaya başladığımız (başladığımızı düşündüğümüz) bir zaman diliminde bu sefer elimize yola sokmamız gereken bir şey geçer. Kendimizden başka bir şey, yeni bir şey. Biz de "annelik içgüdüsü" denen temelden beslenen bir duyguyla koşarak tutarız ellerinden. Gel Allanıseversen kurtarayım seni! Hani senin elin ayağın yoksa, aklın fikrin yoksa, ben varım. Senin yerine seni düşünür, senin yerine senin için uğraşırım. Böylece sen, hayat devam ederken alman gereken sorumlulukları bana yükler; kendin de bambaşka bir dünya kurup içinde yaşayabilirsin. Ben mi? Ben de derdime dert eklerim.
Ama bu, onun suçu değil ki; bizim suçumuz. Takıntılı titizlik hastası tipler gibi, bulduğu her tozu silmeye çalışan da; simetri hastaları gibi gördüğü her yamukluğu düzeltmeye çalışan da biziz. Koskoca adamları dünyaya yeni gelmiş saf bebekler gibi korumaya çalışmayın/çalışmayalım. Vallahi de billahi de herkesin kendini koruyacak gücü var. E yoksa o adam nasıl gelecekti bu yaşa? Te size aşık olduğu, sizinle birlikte olduğu o yaşa? Bir iş güç sahibi olduğu yaşa?
Ha işte o başta bahsettiğim şey var ya; hani aslında biri sorsa "hayatta olmaz" yahut "daha neler, onunla mı?" dediğimiz adamlara sonradan paldır küldür aşık olduğumuz o dönem var ya; bu dönem işte. Tarih, tekerrürden ibarettir sözünün evrimdeki yeri budur.
O zaten adam olmayacak, baştan ne "mal" olduğu belli, iki günden fazla dayanamayacağınız, değil kendinizi kedinizi dahi emanet etmeyeceğiniz adama körkütük aşık oluverirsiniz. Üstelik lisede de değilsiniz! Nereye kaçacaksınız? N'olacak onca hormon, biyolojik saat falan? E bal gibi kalırsınız. Üstüne bir de aşık olduğunuz şey bir suretmiş gibi aslını bulmaya adarsınız kendinizi. Kendimizi. Yok canım, kandırmayalım birbirimizi.
Yüzüklerin Efendisi serisi boyunca pislik içinde tarumar halde izleyip aşık olduğum Aragorn; ne zamanki finalde elini yüzünü yıkayıp püri pak çıktı karşıma, vallahi de billahi de soğudum kendisinden.
Ya da misal, koskoca James Bond birden sürprizsiz, yalın sade bir evinin adamı oluverse ne çekiciliği kalır?
Yani demem o ki "pazardan aldım bir tane, eve geldim bin tane" bilmecesi ancak biz kadınlara yaraşır. Adamları pazardan nasıl aldıysanız eve de öyle geliyorlar. Yani kendinizi/kendimizi yormayalım. Değiştireceğiz diye çırpınmayalım. "Aşkından ölseniz söylemeyeceğiniz" o adamlarla aşkından değil de varken aşktan ölmeye bakın. Gerisi laf...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder