26 Eylül 2012 Çarşamba

SEFİLLER



“O doktorun da Allah belasını versin, bu hastanenin de, hatta senin de!” diye bağırdı bana dün gece. Aslında bana bağırdı değil de bağırdı diyelim. Dayanacak gücü kalmadı biliyorum. Vücudunda delinmedik yer bırakmadılar kan alacağız diye. Her yerimiz mosmor, her yerimiz yara bere içinde. Sağlam durmaya çalışmak konusunda yarışıyoruz ama ikimiz de bu konuda berbatız. Hayır, zaten berbatız, halimiz berbat. Bir de hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çalışıyoruz ya; acınası bir komikliğimiz var.

Zamanında aynı yatakta yatıp ayrılmış herkes gibi bizde de ayrı yataklara düşmüş olmanın verdiği hırçınlık var. Artık ona sarılıp, böyle ellerimi kollarımı ahtapot gibi üzerine dolayıp yatamıyorum diye camı çerçeveyi indiriyorum. Ama içeriden… O da aynı vaziyette biliyorum. Daha fenası; görüyorum.

Ya ilaçlar yüzünden iyice saydamlaşan cildi ele veriyor kendini bu kadar ya da biz artık baya baya birbirimizin kurdu olduk. Her iki şekilde de görüyorum. Bazen bana bakarken gözünün önünden neler geçiyor görüyorum ve yüzüm kızarıyor.

Bu adam, benim damar yollarımı açan adam. Ben, tam eleği duvara asmak üzereyken duvarda ki dâhil bütün çivileri yerinden söken adam. Şimdi ciğerini söküyorlar ve ben bir şey yapamıyorum. Daha önce de yapamamıştım…

Ablam yatıyordu o zaman buna çok benzer bir yatakta. Dudakları bembeyaz, gözleri olduğundan daha siyah, üzerinde artık ona iki beden büyük gelen pembe çiçekli bir pijama ile. Sonra gitti… O, yatakta; ben, yatağın kenarında tam 42 gün, 13 saat beklemiştik. Ortaokuldan sonra ikinci defa Sefiller’i okumuştum. Aslında ona okumuştum. Müfettiş Javert’e küfredip durmuştuk. Ablam, Fantine’in saçlarını ve dişlerini sattığı bölümde hıçkıra hıçkıra ağlamştı.

Ona da sordum “Sana Sefiller’i okuyayım mı?” diye. “Saçmalama” dedi. Ama bunu söylerken gülüyordu. Ben de gülmeye başladım.

Bugün, 23 gün, 17 saat oldu. Saat gecenin ikisi. Kıpırdamadan uyuyor. Eskiden korkardım böyle uyuduğunda. Geceleri uyanıp, nefes alıyor mu hala diye bakardım. Şimdi ise kıpırdamadan uyuduğunda şükrediyorum. Çünkü sadece canı yandığında kıpırdıyor.

O istemedi ama ben yeniden Sefiller’i okuyorum. Üçüncü kere. Ortaokulda edebiyat dersinin dönem ödevi için elime ilk aldığımda, bu kitabın hayatımda ki her mihenk taşına eşlik edeceğini tahmin edemezdim. Kim edebilir ki… Cosette’nin Marius’a aşık olduğu bölümdeyim. İçim titriyor. Birileri onlar acı çekmesin diye çok acı çekecek, çekiyor. Ama onlar kazanacaklar. Sonunu bildiğin acıları çekmek daha kolay. Sanırım…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder