15 Eylül 2012 Cumartesi

HEPİMİZ KISIRIZ!



Her ne kadar bundan birkaç gün önce yazılmış ve dinlenmek üzere kenarda bırakılmış olsa da; dün gece ki rakı sofrasında ki kadınların ardından tarafımca bugüne uygun görülmüştür.

İsyankarlık mıdır yoksa "artık yeter" midir yoksa sadece sıradan ve normal bir hayat yaşama arzusu mudur? Kendi ülkende kendi geleceğin çöpe giderken, bir sonraki neslin direkt çöp olduğunu görmekten midir? Kendimizi dahi güvence altına alamayacağımızdan korktuğumuz için o çocuğu doğurmaktan kaçmalı mıyız yoksa karşıdakilere inat, bi' tarafımızdan geldiği kadar çok çocuk doğurup, "insan" yetiştirme yoluna mı gitmeliyiz?

Etrafta insan kalmadı be annem! Baksana bir halimize.

İşte o yüzden beş tane çocuk doğurup onlara; kitap okumayı, şarkı söylemeyi, gezmeyi, görmeyi, soru sormayı, cevap vermeyi, susmayı, dürüst olmayı, sorumluluktan kaçmamayı, aşık olmayı, sevişmeyi, öpüşmeyi, dokunmayı, hak savunmayı, hak vermeyi, gerekiyorsa itişmeyi, kavga etmeyi ama kötülük yapmamayı, kötü olmamayı, kötüden uzak durmayı, kötüye uymamayı öğretmeye karar verdim. Planım bu! "Nasıl olacak peki" konusunda çeşitli teorilerim var. Öğretmek konusunda değil, beş çocuğu nasıl yapacağım konusunda teorilerim var. Siz de takdir edersiniz ki önce bir adam bulmak lazım. Bir erkek değil, bir adam! Yok bulamayacaksak ona da birbirinden farklı alternatiflerim var.

Neydi o geçen gün "güneş gözlüğü" nün (bak şimdi blogda ki lakabını da öğrenmiş oldu, iyi mi) bana söylediği haber: günümüz kadınlarında "duygu kısırlığı" varmış. Teşhis buymuş. Yani doğru adamı bulamayacaklarına inandıkları için hepten çocuk doğurmaktan vazgeçiyorlarmış. Vazgeçiyormuşuz.

Peki bu teşhisi koyan o bilim adamı mı ne mal olduğunu bilmediğim arkadaşlar, o kadınların çocuk doğrabilmek için aradıkları biricik şeye yani erkeklere neden teşhis koyamamışlar? Halbuki ben koydum: Önüm arkam sağım solum ıssız adam! Bıraktım çoluğu çocuğu, ilişkiye girmek bile zor geliyor hepsine.

Bahane cenneti kafalar. Modern zaman da baya yardımcı oluyor zaten. Yoğun işler güçler, yakınılan zamansızlıklar, kaybedilmiş duyular, yozlaşmış ilişkiler, özgürlüklerinin kıstlanmasından korkmalar... Bitmeyen bir liste. Buradan köye yol olur.

Diyeceksiniz " peki ya kadınlar?" Yeniden tartışmayalım. Tabi ki kadınlarda da bunların arkasına sığınıp topukları yağlayanlar var ama sayılar karşılaştırılamaz. Biz kadınlar ilişki yaratmak için bahane üstüne bahane çıkarabilirken; erkekler, yaşananların bir ilişkiye dönüşmemesi için aynı çıkarımları yapıyor. Bahsettiğim fark burada işte.

Kadınlar bir cesaret -ki o cesaretin nereden geldiği meçhul- açıyorlar kapıları. Karşılarında ki "ama hayat, ama düzen, ama ıvır, ama zıvır" diye mızırdanan adamların -pardon- erkeklerin gözden kaçırdığı ne biliyor musunuz? O, kapılarını sonuna kadar açan kadınların hiçbirinin hayatı da yolunda değil. Darmadağınık... Kafaları, hayatları, ruhları, evleri, barkları darmadağınık. O dağınıklığın içinde yer açıyorlar yine de. Sağa sola itekliyorlar etraftakileri, en güzel yeri açıyorlar.

Nasıl olsa beraber toplarız. Bir ucundan ikimiz de tutarız. Hem seninkileri hem benimkileri. Olmadı mı, bırakırız dağınık kalır, biz de tam ortasına öylece uzanırız.

Yok benim derdim kadınları kollamak değil. Gerek de yok. Biz kollarız kendimizi. Benim derdim şu bahanelerle. Bizim derdimiz şu bahanelerle. Yaşlarından, mesleklerinden, boylarından, poslarından, paralarından, pullarından, gözlerinin renginden, ellerinin tutuşundan hepsinden bağımsız olarak hepsinde aynı olan bahanelerle...

Genelliyorum, evet. Baya bir genelledim hem de...

Peki bu sendromun adı ne, var mı bir adı? Yoksa da bence bu "duygusal kısırlık" erkekleri de kapsasın. Tamam, kelime hoş değil, insanı rahatsız ediyor ama olsun. Sonuçta hepimiz kısırız!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder