1 Haziran 2011 Çarşamba

SUYA DÜŞEN KARPUZ KABUĞU



Zaman içinde yaşadıklarımdan ders almak konusunda benim ne kadar kötü bir öğrenci olduğumu herkesin bildiğini, bilmeyenlerin blog sayesinde öğrendiğini varsayıyorum. O yüzden şimdi anlatacaklarım benim için bir tür gelişme, level atlama, Sims oyununda ki karakterin işinde tefi etmesi ve yeni kanepe alması falan ile eş değerdedir. Buna göre okuyunuz...
İlk karşılaşmayı hasarsız atlattım! Hatırlar mısınız bilmem bir zamanlar bu sayfalardan sitem, kırgınlık, kızgınlık, öfke fışkıran yazılar yazıp hem kendimi hem okuyanı depresyona sokma eğilimi gösteriyordum. İşte o dönemlerime "neden" olduğunu sandığım -ki sonradan fark ettim ki neden, benmişim- insanlarla çok zaman sonra bir şekilde karşılaşmak zor olur diye tahmin ederdim. Her zaman ki gibi yanıldım. Kolay olmadı, zor olmadı aslında bir şey olmadı. Taksim de bir bahar akşamı, bir bar taburesinde rastladığım bu "anı defteri", korkarım ki masaya gelen bir "adisyon" dan farklı değildi. Neye şaştım biliyor musunuz? Kendime. Nefesimin düzenine. Ki bu olaydan bir saat önce midesinde ne varsa bir yol kenarına bırakmış biri olarak, elimde ki soda-limon bardağı ile barın en çekici hatunu vaziyetindeydim. Amma velakin demişliğim vardır sanırım; ben balık burcu olmamdan kaynaklı vantuzlarımla yapışıp kalırım genelde insanlara. Ondan olacak kolay kolay kimseyi çıkaramam sularımdan. İşte bunu "başarmış" nacizane bir kaç insandan biriyseniz bu hayatta; sizi yeniden gördüğümde suya düşen yaprak gibi tepki vermem ondandır. Giderek genişleyen halkalar yok, oluşan dalgalar yok, bulanan dipler yok. Küçük, yeşil bir yaprak olursunuz benim sularımda sadece. Sessiz sedasız düşer, sonra akıntı yönünde yüzer gidersiniz. Siz sağ, ben selamet.
Ha zamanında ne karpuz kabukları ne şambreller düştü bu suya o ayrı. Bu ayrı, apayrı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder