"Erkekler gizemli kadınları sever" dedi bana. Tam bunu söylediği sırada benim ona annemle geçen sene yaptığımız tatilde başımıza gelenleri anlatıyor olmam da çok manidardı. Yüzüne baktım. "Anladın mı ne demek istediğimi?" dedi. Anlamıştım anlamasına da bana neden söylemişti onu anlamamıştım. "Yani?" dedim azıcık sinirlenmiş bir halde. "Hani bana seni neden terk ettiğimi sormuştun ya bir kere" dedi.
Beni terk etmişti. Bundan yaklaşık dört sene önce. Kalabalık bir sokağın köşesinde, bir kestane tezgahının hemen önünde. Hava yaklaşık iki dereceydi. Hafta başında kar yağmıştı ve o gün günlerden çarşambaydı. Elimde bir edebiyat dergisinin son sayısı vardı. Onun elleri ceplerindeydi. Ellerini ceplerinden hiç çıkarmadan ve boynuna sarılmama izin vermemek için bir adım geri atarak yüzüme bakmıştı.
Dünyaya meteor düşmeden iki saat önce bir bodrumda mahsur kalan iki bilim adamı ya da bir çantanın içindeki sıvı nitrojenli bilmemneli bombanın patlamasına yirmi iki saniye kala birbirine bakan iki dedektif gibiydik. Ne yapacağını bilmeyen ve en azından karşısındakinin ne yapacağını bildiğini uman insanların bakışmasıydı.
Ama bilmiyordum. Neden sarılmama izin vermemişti ki? İki derecelik, karlı havada burnumu boynuna gömüp nefes almama neden izin vermemişti? Beni omuzlarımdan tutup karşı kaldırıma itse daha az canım yanardı.
"Yani?" dedim. O zaman da hep "yani" derdim ve hiçbir açıklamayı da beğenmezdim. Aklıma yatmazsa ikna olana kadar sorar bir de bıktırırdım. Anlaşılan o ki onu da bıktırmıştım. İşte o zaman nedenini sadece bir kere sormuştum, o da bu soruya ancak şimdi cevap veriyordu.
Dört sene sonra sen bu adamla ne konuşuyorsun peki diyenler olabilir, açıklayayım: bu şehir küçük yerdir. Nerede kiminle karşılaşacağınız belli olmaz. Sahile inen yolda köşeyi bir dönersiniz, sokaktaki ilk barın ilk masasından bir seksen boylarında, esmer, yeşil gözlü bir adam kalkıverir. Kalkmakla da kalmaz, elini uzatıp sizi kolunuzdan yakalar ve "Hiç mi değişmedin sen?" deyiverir. Değiştim. Değiştim ama her konuda değil...
Şimdi sen elini birden benim koluma atınca kalp krizi geçirmiyorum mesela. Hatta artık kimse bana kalp krizi geçirtemiyor. Bir kere çok inanıp sonra çok sert bir şekilde duvara çarpınca sadece duvarlara inanmaya başlıyorsun çünkü. Sonra şimdi senin gözlerine bakarken dilim damağım kurumuyor. Kimseye kurumuyor. Çok derine indiğin yerde birden katılaşınca her şey; sadece kuruluk kalıyor geride çünkü.
Artık ihtiyaç anında bile kıramadığım camlar var. Aşık olmaktan ölesiye korktuğum adamlar. Ya aşık olmazsam diye korkup kaçtığım adamlar. Bir de bana aşık olmaktan ölesiye korkan adamlar var ki biri de sendin. Böyle bir korkaklık görülmemiştir...
Diyecektim. Fark ettim ki yine ne kadar çok şey söylemek istiyorum ona. Diğerlerine de bu kadar çok şey söylemek istedim diye mi böyle oldu.
Sen de mi ben çok şey söyledim diye öyle oldun.
E ama ben ne zaman bir şey görsem hani senin sevdiğini bildiğim ya da dinlesem, duysam hatta yesem içsem hiç kendimde tutamaz illa sana yollardım, anlatırdım, gösterirdim, dinletirdim. Eğer yaparken yanımda olmadığın bir şeyi ben sen varmış gibi yapıyorsam; seni sonradan onun içine katar bu kez senle yapardım.
Diyecektim. Bunu da demedim. Hiçbirini demedim. Sadece gülümsedim.
"Erkekler gizemli kadınları severler. Merak etmeyi. Onlara merak edecekleri bir şey bırakmazsan onlar da uğraşmaya değecek bir şey olmadığını düşünür ve ilgilerini kaybederler. Yanisi bu."
Yani ben? "Yani sen hep" durdu, beni bir yokladı ve üzerinden dört sene geçmesinin verdiği güvenle devam etti "Yani sen hep kolaydın. Hemen gözümün önünde, hemen elimin altında. Gizlisi saklısı olmayan. Her şeyiyle ortada. Sen hep neysen oydun. Ve hep etrafımdaydın"
Demek öyle... Demek bütün nedeni bu. Demek her şeyin nedeni de buydu.
Yani diyorsun ki açma, kapat.
Görünmez ol.
Sessiz ol...
O zaman susuyorum. Ve böylece sen, senden sonrakilerin elinden inanılmaz bir dünyayı alıyorsun. Çünkü biliyorum ki hiçbir erkek görünen bir adımlık toprak parçasının bağlandığı ana karayı keşfetmeye yetecek sabra sahip değil. Sırf bu yüzden ben, onlara hep kuş bakışı bir harita gösteriyordum. Dağların, ovaların, göllerin yerlerinin belli olduğu. Şimdiyse iki parşömeni üst üste koyup ışığa tuttuğunda ancak bir kısmını görebildiğin hazine haritalarından birine dönüşmem gerekiyor öyle mi? Var olanı saklamam, gizlemem, ortalıkta ne varsa toplamam; öyle mi?
Yahu ben... Ya da neyse... Dediğin gibi olsun...
güzel bir yazı olmuş.. evet öyle bir tevatür var aslında... "zor kadın" " kaçan kovalanır" vb. ben belirli bir düzlem dışında böyle bir genellemenin doğru olmadığını düşünüyorum açıkçası.. bir ilişki ona hayat veren kadın ve erkekle ilgilidir... kim açık, dürüst, olduğu gibi ve hep yanında olan bir başkasından bıkar ya da bu yönüyle eleştiri ki ??? belki yeterince sevmeyen biri :))
YanıtlaSilkeyifle okudum… ellerine sağlık
YanıtlaSil