2003 yılında Sudan/Darfur'da, hayvancılık ve tarım alanlarının paylaşımları hakkında başlayan tartışmalar kuraklığın da etkisiyle yerel bir isyana dönüştü. Sudan hükümetinin bir ordu kurarak başlattığı çatışmalar neticesinde yüz binlerce insan öldürüldü -rakamın 400.000 civarında olduğu tahmin ediliyor-, 2 milyon insan evlerinden sürüldü. Halen 1,5 milyon insan mülteci kamplarında yaşıyor.
Katliamla ilgili "bir şeyler" okumak ya da görmek isterseniz diye o dönemde başlatılmış kampanyaları da içeren bazı siteleri paylaşıyorum:
http://www.savedarfur.org/pages/primer
http://24hoursfordarfur.org/wp-content/uploads/2013/03/Darfurian-Voices-Report-English.pdf
2009 yılında Türkiye'yi ziyaret edecek olan Sudan lideri El Beşir gelmeden önce Başbakan Erdoğan'ın yaptığı açıklama şu şekildeydi: "Darfur'da soykırım yapılmadı"
Yine 2009 yılında, yani Erdoğan'ın soykırım olmadığını iddia ettiği yıl, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Sudan devlet başkanı El Beşir hakkında Darfur bölgesinde soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekten dolayı tutuklama emri çıkardı.
Bu karar akabinde Erdoğan'ın sözleri şu şekildeydi:
“Gazze ile Darfur’u birbirine karıştırmamak lazım. Gazze’de bin 500 insan öldürülmüş. Darfur’da böyle bir şey olsa, onun da sonuna kadar takipçisi oluruz. Ben bunu Netanyahu’yla rahat konuşamam ama Ömer Beşir’le rahatlıkla konuşurum. ‘Bu yaptığınız yanlış’ derim, bunu de yüzüne derim."
Davutoğlu'na bu konuyla ilgili sorulan soruya gelen cevap ise daha ilginç:(kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AliBayramoglu/davutoglu-ersanli-el-besir-ve-esad/33158)
"Bazen iki ilkenin çatıştığı durumlar olur. İçimizde çatışma yaşadığımız anlar olur. Bu, 'arabuluculuk yapma gerekliliği' ile 'orada yaşananlara tepki verme' arasındaki çelişkidir. Sudan'la ilgili iki sorun var. Darfur ve Güney Sudan. İki tarafla da ilişkilerimiz var. İki nedenle var. Acaba bir çözüm olur mu? Acaba sorun yaşayanlara yardımımız olur mu? Örneğin Darfur'un tek ilişkisi bizim üzerimizden oldu. Suriye farklı...Suriye zulmü bizim üzerimizden meşrulaştırmaya kalktı, buna itiraz ettik. Başbakan ziyaretinde Beşir'in yüzüne söyledi, "Müslüman zulüm yapmaz" diye... Darfur'a ulaşmamız,
yardım sağlayabilmemiz Beşir'le ilişkimiz üzerinden oldu."
Bütün bunları neden mi yazıyorum? Çünkü bugün ortalıkta atılan savaş naralarının, savaş çığlıklarının birinin bile, bir an için bile barış, adalet, insan hakları için atıldığına inanmam mümkün değil! Bugün oturduğu yerden ahkam kesen, parmağını sağa sola sallayan kimsenin niyetinin iyi olduğuna inanmam mümkün değil!
Sudan'ı sadece bir örnek olsun diye anlattım. Bunun gibi -ne yazık ki- onlarca örnek bulabilirim. Bugüne kadar katliamlar, kıyımlar, zulümler hep vardı. Ta 1994'de 100 günde 800.000 kişinin öldüğü Ruanda'dan, 7 yıl gözümüzün içinde süren Bosna-Hersek savaşına kadar; onlarcası yaşandı. Ve biz dahil, hiç kimse çıkarı olmayan yerlerde kılını kıpırdatmadı. Şimdi de kişisel hırsların, egoların şişirdiği körüklerle savaşı gazlıyoruz. Gazladığımız yetmiyor, "biz de, biz de" diye yerimizde duramıyoruz! O parmağımızı koparcasına salladığımız ülkelerle el ele tutuşup ölüme gitmek için can atıyoruz. Can atıyorlar. Da bizim canımızı sokağa atıyorlar!
Mayıs ayında Reyhanlı'da -ki bizim sınırlarımız içinde bir ilçedir!- bombalama olaylarında 52 kişinin ölümünü -ki Türkiye tarihinin en kanlı terör eylemi olarak sayılmaktadır- yok sayarcasına yurt dışı seyahatine çıkanların;
Dövülerek öldürülen bir gencin arkasından bırakın ağlamayı, üzülmeyi, bir baş sağlığı dilemeyi bile çok görenlerin;
Dünyada bugüne kadar olmuş, bugün hala olan onlarca katliama sessiz kalanların, hatta bazılarının failleri ile dostluk kuranların;
Bu ülke tarihinde bugüne kadar olmuş ve bugün hala inkar edilen hatta neredeyse savunulan onlarca kıyımı yok sayanların;
Şimdi birden barış ve adaletin timsali kesilip, bunun için savaşan insanlar olduklarına inanmam pek mümkün değil. Yok, hiç mümkün değil!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder