26 Eylül 2010 Pazar

PİŞMANIM

İnsanın başına ne gelirse korkmaktan geliyor. Karanlık bir yerden aydınlığa çıkışımızdan; doğumumuzdan itibaren aklımıza, yüreğimize bir sürü korku salınıyor. Önce başkaları salıyor sonra da biz, kendimiz.
Herşeyden korkuverir oluyoruz ömrümüzün bir yerine geldiğimizde. O geldiğimiz yerde iş-güç sahibi, bir ev sahibi, bir şeylerin sahibi olduğumuz yer oluyor genelde. Tüm haylazlık heveslerimizi bastırmış bir halde, sabah ve akşam belli saat aralıklarına sıkıştırdığımız güvenli bir hayat kurmuş oluyoruz. Kendi kendimize de hep diyoruz ki: ben zaten yııllardır bunun için uğraşıyorum.
Öyle mi? Gerçekten mi? Yıllardır sonunda hayal etmeyi bırakabilmek için mi uğraşıyoruz? Sıfır risk ve sıfır tehlikeyle yaşayabilmek için. Her şey her an elimizin altında olabilsin, hiçbir şey için uğraşmak zorunda olmayalım diye. Yazık...
Ödümüz patlıyor deliler gibi aşık olmaktan! Kontrolü kaybedecek kadar birine tutulmaktan. Tüm o tutkudan, şehvetten, ihtirastan... Bu kelimeler sadece romanlarda ve filmlerde telaffuz edilebilecek kavramlar haline geliyor. Birinin sadece tenine dokunabilmek için ne kadar ileri gidebileceğinizi hiç düşündünüz mü?
Ve bir o kadar daha korkuyoruz başımızın üstünde duran çatının sarsılmasından. Evinde ki mobilyaların yerlerini dahi değiştirmekten hazzetmeyen insanlar oluveriyoruz. Halbuki daha gençken yok daha küçükken diyelim, alıp başımızı gitmek hevesimiz vardı. Başka şehirlere, başka ülkelere, bambaşka şeyler görmek için. Ama sonra bir baktık ki hayatın sizi içine çekiveren, alıveren bir akıntısı var. Öylece kapılıp gidince ona, nehrin kenarında ne var, hiçbirimiz göremiyoruz. Yani görmüyoruz. Yanlışlıkla kafamızı şöyle bir kaldırıp, kıyıya baksak...

Bundan neredeyse 5 sene önce bir gece, "asla gitmem" dediğim bir şehre taşınmaya karar verip eşyalarımı topladım. Pişman değilim. Bundan 3 sene önce bir gece yarısı, birini sadece bir saatliğine görmek için, hiç bilmediğim şehrin hiç bilmediğim bir semtine gitim taksinin birine atlayıp. Pişman değilim. Bundan 1 sene önce, hiç tanımadığım bir İskoçu öptüm bir İrlanda şehrinin sokağının birinde. Pişman değilim. Ufacık tefecik ya da kocaman, aklıma, hevesime uyup saçma sapan işler yaptım. Pişman değilim. Bunlar "bakın benim cesaretim var demek" için değil. Çünkü ben de korkağın tekiyim. Öyle zamanlar vardı ki insanların önüne dikilip yüzlerine onlarca şey haykırmam gerekiyordu, sustum. Pişmanım. Bana ne yapacağımı, nasıl yapacağımı kimsenin söylemesine gerek yoktu, ben buna izin verdim. Pişmanım. Hissettiklerimin gücünden ve sonuçlarından korktuğum için bastırdığım zamanlar oldu. Pişmanım. Elimde zamanım ve fırsatım varken, gereksiz karasızlıklara kurban ettiğim işler, eylemler var. Pişmanım.

Bunları yazarken bir daha fark ettim ki pişman olduklarımda ki yapamamışlıktan gelen o duygu o kadar ağır ki; pişman olmadıklarımda ki saçmalığı ve yersiziliği fersah fersah geçiyor. Yani yapıpta pişman olmak, yapmayıpta pişman olmaktan daha iyi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder