Bu hayatta en büyük kavgalarımızı bence şuna karşı veriyoruz: büyük konuşmak!
Bana olsa kapıyı çeker çıkarım, bana yapsa yüzüne dahi bakmam, bırak yeniden konuşmayı yan yana bile gelmem, daha da aramam...
Evli bir adamla/kadınla mı asla! Sevgilisi varsa olmaz canım, daha neler. Çocuğu mu varmış, olmaz o zaman, yapamam ki ben.
Benim çocuğum böyle yapsa ağzının ortasına bir tane çakarım! Ben olsam çocuğumu asla öyle yetiştirmezdim.
Hayatta kaynanamla aynı evde yaşamam!
Ben öyle bir şirkette çalışmazdım. Neden o şehirde kalmış ki, ben kesin dönerdim.
Hayatta, asla, yok canım, kesin... Dilimizde her şey net. Annemin harika bir lafı vardır: Bekara karı boşamak kolaydır.
Şu yaşıma gelene kadar öğrendim ki; prensip sahibi olmak iyi bir şey ama hayatla da inatlaşmamak lazım. Demiyorum ki hiç bir değeriniz, kriteriniz, fikriniz ve buna uygun zikriniz olmasın. Ama hayat sizin o kağıt üzerine çizdiğiniz çerçevenin içinde kalabilecek bir şey değil, akıyor gidiyor, kendi yolunu buluyor. Sizi de sürüklüyor içine, peşine...
Kurduğunuz/muz tüm o cümleler dizim dizim diziliyor karşımızda sonra. Baya böyle alay eder gibi. Hani n'oldu der gibi.
O yüzden en olmayacak cümleleri kurmadan önce o olmayacak hallerin başınıza geldiğini bir düşünün. Başınıza gelmeden ne yapacağınızı bilemeyeceğiniz haller vardır. Hani bir milyon dolar verseler yapmam dediğiniz şeyleri, gerçekten önünüze nakit, balyalar halinde bir milyon dolar konmadan yapıp yapmayacağınızı bilmemeniz gibi.
O zaman neymiş; az konuşacak az yargılayacakmışız. Sadece yaşayacak ve yaşarken de elimizden geldiğince kendimiz olarak yaşayacakmışız. Bütün o değerlerimize, kafamızın içindekilere tutunsak da bazı durumların kader ya da karma ya da her neyse onun itelemesi olduğunu da kabul edecekmişiz. Etmeliyiz. Yani, sonuçta bunlar oluyorsa bir anlamı vardır di mi? Bir nedeni... Kesin vardır bir nedeni...
Bana olsa kapıyı çeker çıkarım, bana yapsa yüzüne dahi bakmam, bırak yeniden konuşmayı yan yana bile gelmem, daha da aramam...
Evli bir adamla/kadınla mı asla! Sevgilisi varsa olmaz canım, daha neler. Çocuğu mu varmış, olmaz o zaman, yapamam ki ben.
Benim çocuğum böyle yapsa ağzının ortasına bir tane çakarım! Ben olsam çocuğumu asla öyle yetiştirmezdim.
Hayatta kaynanamla aynı evde yaşamam!
Ben öyle bir şirkette çalışmazdım. Neden o şehirde kalmış ki, ben kesin dönerdim.
Hayatta, asla, yok canım, kesin... Dilimizde her şey net. Annemin harika bir lafı vardır: Bekara karı boşamak kolaydır.
Şu yaşıma gelene kadar öğrendim ki; prensip sahibi olmak iyi bir şey ama hayatla da inatlaşmamak lazım. Demiyorum ki hiç bir değeriniz, kriteriniz, fikriniz ve buna uygun zikriniz olmasın. Ama hayat sizin o kağıt üzerine çizdiğiniz çerçevenin içinde kalabilecek bir şey değil, akıyor gidiyor, kendi yolunu buluyor. Sizi de sürüklüyor içine, peşine...
Kurduğunuz/muz tüm o cümleler dizim dizim diziliyor karşımızda sonra. Baya böyle alay eder gibi. Hani n'oldu der gibi.
O yüzden en olmayacak cümleleri kurmadan önce o olmayacak hallerin başınıza geldiğini bir düşünün. Başınıza gelmeden ne yapacağınızı bilemeyeceğiniz haller vardır. Hani bir milyon dolar verseler yapmam dediğiniz şeyleri, gerçekten önünüze nakit, balyalar halinde bir milyon dolar konmadan yapıp yapmayacağınızı bilmemeniz gibi.
O zaman neymiş; az konuşacak az yargılayacakmışız. Sadece yaşayacak ve yaşarken de elimizden geldiğince kendimiz olarak yaşayacakmışız. Bütün o değerlerimize, kafamızın içindekilere tutunsak da bazı durumların kader ya da karma ya da her neyse onun itelemesi olduğunu da kabul edecekmişiz. Etmeliyiz. Yani, sonuçta bunlar oluyorsa bir anlamı vardır di mi? Bir nedeni... Kesin vardır bir nedeni...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder