15 Ağustos 2011 Pazartesi

NE ANLATIYORUM Kİ BEN?

Saçmalayan bir Pazartesi gününü daha geride bıraktık. Normal şartlar altında (öğle vakti birilerine daha iddia ettiğim üzere) sempatik yüz ifademi korumakta pek zorlanmam ama sanırım bugün kaşlarımı normalden fazla kaldırdım. Şerefsizim yer yaptı! Kırışıyorsam; bir çok gülmekten bir de kaş çatmaktan olacak. Kaz ayağını geçti göz kenarları hatta bildiğin küçük baş hayvan çiftliği. Aman, gelmişiz otuz yaşımıza! Basur kremi, göz kırışıklığına iyi geliyormuş. "Götünden atmak" deyiminin cümle içinde kullanılması...
Böyle bir günün akşamına en uygun olanı yapıp tv da "Leyla ile Mecnun" u izliyorum. Hani kırk yıl düşünsem Türk televizyasında bunca absürd bir dizi ve bu diziyi yayınlayacak bir TRT aklıma gelmezdi. Ama insanın aklına gelmeyen başına geliyor. Peki ama "Üsküdar a Giderken" e ne oldu?
Her neyse... Az önce eve siyah ve kanatlı bir yaratık girdi. Ben onu çıkarmaya çalışırken yatak odamda ki şifonyere çarpıp gözden kayboldu. Şimdi odamın neresinde saklanıyor bilmiyorum. Neymiş; bu gece yalnız değilmişim.
Babam duymasın pardon görmesin ama turuncu oje sürdüm. Görse kesin nefret eder ki ona göre kadına yakışan yegane renkler kırmızı ve bordodur. Yıllarca saçını ve tırnaklarını abuk renklere boyayan bir kızı olduğu için hala yol göstermeye çalışıyor tabi. Bu seferde ezikböceğin eviyle ilgilenmeye gitti garibim... Ah babam ya, hala zırt pırt telefon açıp sana "şu şöyle oldu, bu böyle oldu" diye ağlıyoruz ya. Daha doğrusu ağlayabiliyoruz ya; daha ne olsun. Bu hayatta bana şiir yazan tek erkek...
Yediğim olanca gereksiz ve niteliksiz ve yararsız şeyden sonra yuvarlanarak gezeceğim sanırım evin içinde. Ya ben en iyisi siyahları yıkayayım. Hadin dağılın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder