29 Mart 2011 Salı

EVLENİNCE DAMACANA OLAN BİRA KUTUSU

Başını sarı dolmuşun camına yaslayıp, sızlayan alt dudağını ısıran kız! Aloo, kime diyorum ben? Uyandın mı? Uyandın değil mi? Ben de öyle tahmin etmiştim. Şimdi, önce sana söyleyeceğimi söyleyim: tatlar gider, kokular geçer, kimsenin elinin izi, kimsenin elinde kalmaz. Neymiş: Her şey ve herkes geçermiş. Doğru mu? Ha araştırdın, soruşturdun da ne oldu? Ne öğrendin: Evlenmiş. Hem de o kızla evlenmiş! Bak aslında buna sevinmelisin. En azından zamanında o duvara yumruk atıp elini kanatmana, Alsancak ta ki masadan neredeyse koşarak kalkıp bir arka sokakta ki şark köşesi minderlerinde hıçkıra hıçkıra ağladığına değmiş. En azından bak o "şerefsiz" bile bu hayatta bir konuda istikrarlı olabiliyormuş. En azından bak o "adi" bile birilerine sadık kalabiliyormuş. Yıllardır başının üzerinde ışıklı reklam tabelası gibi taşıdığın "o" cümleyi kuran o "adam"; birilerine eş, koca ve hatta baba olabiliyormuş. Hamile miymiş? Galiba hamileymiş...
Ya işte saf kızım benim, neymiş? Senin hani o başını omzuna yaslayıp uyuduğun bira kutusu var ya; o artık aile boyu su şişesi olmuş. Damacana olmuş hatta!
O zaman ne yapıyoruz? Ne yapacağız, son bilmem kaç yıldır ne yapıyorsak yine onu yapıyoruz. Devam ediyoruz hayatımıza. Kaldır başını bir bak dışarı, dolunay var. Gördün değil mi? Hem sen dememiş miydin "Bu dolunay zamanları, vücudumuzun dörtte üçü su olduğundan, met-cezire uğruyoruz. Dengemiz ondan şaşıyor" diye. Tamam işte, bak açıklaması da var her şeyin.
Hani "madem artık bitti, özgürce bok atabilirim" gibi değil ama yine de sana bir şey daha söylemem gerek: amma büyütmüşsün sen bu adamı gözünde kızım ya! Gördün değil mi daha doğrusu okudun değil mi son yazdıklarını. Bu mu senin "her şeyi konuşabildiğin" adam? Ya sen ne konuşuyordun o zamanlar bu adamla tam olarak? Ben şöyle bir baktımda, hiç bir şey konuşamazsın şu anda. Hatta o konuşmaya başladığında; takriben ikinci cümleden sonra baygınlık geçirirsin. İnsan aşık olunca sadece kör değil aynı zamanda sağır ve sığ oluyor olmalı.
"Tabi şimdi böyle atıp tutmak kolay, neredeydin o zamanlar" diyebilirsin ama aslında diyemezsin çünkü ben hep buradaydım. Sen beni hiç dinlemedin ki! Bağırdım, çağırdım duymadın. Ne desem kulaklarını tıkadın. Beni itekledin ben de aklın başına gelene kadar kenara çekilmeyi daha uygun buldum. Sanırım bu, çok doğru bir karar da değildi. Belki de ısrar etmeliydim. Bu kadar derin yara alacağını düşünmemiştim. Ben bir kaç sıyrıkla atlatırsın diye umuyordum ama sen abarttın! Yardın kendini resmen, kemiklerin görünüyordu. Ne yapacağımı bilemedim seni ik gördüğümde, neyle kapatacaktım o yarayı, ne bastıracaktım bilemedim. Zaten ne koyarsam koyayım üstü kapanmıyordu ki...
Of neyse ne! Koyma başını yine o cama, uyuklama bakayım. Neredeyse geldik zaten. Sen bu köprüden her geçişinde bir tuhaf oluyorsun biliyorum. Hatırlıyor musun sen İstanbul'a ilk taşındığında her yerde kar vardı. Bursa dan geçiyorduk da karlar altında; radyoda "ölürüm hasretinle" çalıyordu, Grup 84 mü neydi o? Şimdi ne zaman başını yaslayıp cama, burnunun direği sızlasa, gözlerin dolsa o karlı manzara geliyor gözlerimin önüne. Artık o kadar kar yağmıyor değil mi buraya... Ben o bakışı biliyorum, yapma. İçine çekme kokusunu o ellerin, çekme dedim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder