28 Kasım 2010 Pazar

SAHNEYİ BOŞALTIN, SIRAM GELDİ.

Endişeye mahal yok. Bu yazı bundan yaklaşık 1 ay önce yazılmıştır.

Hiç başıma gelmemiş şey kendimi yataktan kaldıramamak. Belimden aşağısı tutmadı, boynumdan yukarısı hareket etmedi. Korkmadım desem yalan olur. Hani hatırlıyorum gözümü açtığımı ama ne zaman yeniden kapattığımı hatırlamıyorum.
Hiç başıma gelmemiş şey bir sabahta 3 kere yeniden uyanmak ve her seferinde sıfırdan uyanır gibi olmak ve her seferinde yeniden dalıp gitmek. Kontrolsüz... Bayılmak gibi sanki.
Dişlerimi çok sıkmaktan çenemde ki ağrıya, belli saatlerde mideme saplanan sancıya alıştım artık. O meşhur ağrılarıma da. Ama hiç başıma gelmemiş şey gözümü açamamak. Belki 24 saatlik yemeksizlikten isyan etti de vücut; "yat aşağı" dedi benim onu her kaldırışımda. Ya da belki son zamanlarda ki düzensiz uykuların intikamını alıyordu benden.
Bundan iki yıl önce, evde yalnızken hastalandığım zaman geldi aklıma. Nasıl kendimi o yataktan kaldıramadığım. Sesimi duyurabileceğim biri zaten yoktu evde ama benim meşhur sesimin de duyulacak hali yoktu o sırada. Hastalık, yalnızken daha çekilmezdir. Ben bunu birine de söylemiştim sanırım. Neyse... Önemi yok. Bir tek o zaman korkmuştum bu kadar zamandan sonra. Burada bugün bana bir şey olsa kimin ruhu duyar demiştim kendi kendime. Hasta insanda normalden daha bozuk bir psikoloji ve daha melankolik bir yapı olduğunun ispatı olarak alabiliriz bunu sanırım. Çok uzun zamandır hasta olmamam da belki bu yüzdendir.
Tek başıma kalmaya başlamam aşağı yukarı 3 yıl öncesine denk geliyor. Hatta sanırım aştı bile. Çok az şeyden korkar olmamdan olsa gerek hiç zorlanmadım geceleri uyurken. Apartmana, 9.katta ki daireme kadar uzanan bir iskele kurulduğu o bir hafta hariç. Apartamanın dışı boyanana kadar her gece iskeleye çarpan ipleri, evime girmeye çalışan adamlar sanarak uyandım. Tek başıma yaşadığım bunca zamanda bir tek geceleri banyo yapmaya alışamadım. İnsanın en savunmasız olduğu zaman, o zaman çünkü. Tamamen çırılçıplak olmak bir yana, her anlamda her şeye hazırlıksız oluyor bence insan. Sanırım bu yüzden hala sabahları banyo yaparım. Sabah kaçta kalkacak olursam olayım; altı, beş hatta dört, hiç fark etmez, saatimi yarım saat erkene kurar; yine sabah banyoya girerim. Ve asla saçlarımı kurutmam. Kurutamam. O sıcak hava beni biraz daraltıyor da...
Tek başıma kalmamın aynı anda hem iyi hem kötü olduğu bir zaman dilimi bu. Hem yanımda birileri olsun isteyip hem de kimseyi istemediğim bir zaman. Zor olanlardan biri de bu kararsızlık, bu ne istediğini bilmezlik... Ama pek de bilmediğim, tanımadığım bir ruh hali değil. Hatta şifasını bile biliyorum.O yüzden de sadece bekliyorum. Zamanımı bekliyorum. Sonuçta herkesin bir sahne sırası var değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder