22 Ocak 2015 Perşembe

Barika'nın kuyusu: ÜNLÜ-ÜNSÜZ UYUMU

Barika'nın kuyusu: ÜNLÜ-ÜNSÜZ UYUMU: Ünlülerle nasıl tanışılır? Tanışılmaz, yani aslında tanış olunmaz, ancak merhaba-merhaba, o kadar. Bir fotoğraf çekimlik yeriniz var. Ha b...

ÜNLÜ-ÜNSÜZ UYUMU


Ünlülerle nasıl tanışılır? Tanışılmaz, yani aslında tanış olunmaz, ancak merhaba-merhaba, o kadar. Bir fotoğraf çekimlik yeriniz var. Ha bazıları ile o da olmaz ama olsun.

Ünlü biri görünce sokakta üzerine atlama sendromunu İstanbul'a taşındığım ilk bir iki sene yaşadım, yalan değil. Sokakta yürürken bir akşam önce televizyonda gördüğü adamı/kadını yanından geçerken bulmaya alışık değil tabi bünye. Sonradan onların da insan hatta baya sıradan, normal insanlar olduğunu öğrenince geçti. Artık ünlü görünce daha ziyade serin bir gülümseme ile selam verip arkasından dedikodu yapmayı tercih ediyorum. Ha herkese serin olamayabilirim hatta baya da saçmalayabilirim, yapım böyle, bilirsiniz.

 Misal Serdar Bilgili'yi (Normalde de tuhaf saplantılarım olduğu için olacak bazı insanlara özel ilgim var) gördüğümde bir kokteyldeydik ve ben ağzımdaki zeytin çekirdeğini çıkaramadığım için yutmaya çalışıyordum. Onun olanca nezaketine inat kendisini karga tulumba klüpten gönderdiğimiz için adama zaten bir taraftar olarak mahcuptum; bir de üzerine ağzımda büyüyerek ceviz kadar olan zeytin çekirdeği de eklenince elini sıktığımdaki yüz ifademi oldukça garip karşılamış olabilir...

Geçen akşam karşısında bir an hebele gibi kaldığım Hüsnü Şenlendirici ile ise bundan yıllar önce, bütün bu "olaylar olaylar" yokken eşlik ettiği bir senfoni orkestrası konserinde tanışmıştım. Konserin ilk yarısı deli bir öksürük krizine girince salonu terk etmek zorunda kalıp, tekrar da içeri alınmayıp, konseri oradaki görevlinin benim için konser salonunun kapısının önüne çektiği sandalyeden dinlemek zorunda kaldığım için moralim bozulmuştu ama verilen arada etrafta dolaşırken (sanırsın salon benim) soyunma odalarının olduğu koridorda kendisini yakalayıverdim. Tatlı adamdı vesselam, hemen sarıldı öptü. Ben de konser arasında beni arayan babamı elinden tutup kendisiyle tanıştırdım. Sanırım işleri hızlandırma niyetim vardı o zamanlar... Kendisi ile ilerleyen yıllarda da karşılaştık ama ben adamı her görüşümde neden ilk defa görmüşüm gibi yapıyorum, henüz onu çözemedim.

Pascal Nouma hikayesi ise evlere şenlik. Bilen bilir, bilmeyen de öğrenmesin gerek yok, Taksim'de Harlem kluplerinden bozma bir "rapçi" mekanı var. Tam Sıraselviler'in girişinde, Rıddım diye bi mekan. İçeride kafalarının üzerinden dönen çocuklar, beyaz atlet üzerine altın kolye takan gençler, üst kat balkonda gecenin belli saatlerinde yakılan meşalelerin altında dans eden (kalça sallayan diyelim) şortlu kızlar olan; post-modern bir mekan... Ben gecenin bir saati artık "ulan ne işimiz var burada" derken önümden Pascal'ın geçtiğini fark edip şap diye koluna yapışıverdim. Tabi başta kendisi, arkasında koruması ve arkadaşları olmak üzere herkes bana döndü. Üç saniyelik duraklama anlarından sonra ben sonunda "Merhaba" diyebildim de adamcağız kendine geldi. Bak o da çok tatlı bi adam, o da sarılıp beni öptü.

Dediğim gibi her zaman serin kalamayabilirim. Bu nedenle olaylar da serin olamayabilir. Tanıştığım bu adamların da neden bilmem sarılıp öpmek gibi huyları da olabilir. Ama onlar da insan, unutmayın. Saldırmayın. Görünce ağzı açık ayran budalası gibi bakmayın. Hadi bakalım...




 

12 Ocak 2015 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: 2014 VESAİRE

Barika'nın kuyusu: 2014 VESAİRE: Tamam, artık yirmi kere bahsettiğimiz "geçmiş yıl muhasebesi" ni yazsak iyi olacak sanırım yoksa ben yazamadan bu yeni yıl da...

2014 VESAİRE



Tamam, artık yirmi kere bahsettiğimiz "geçmiş yıl muhasebesi" ni yazsak iyi olacak sanırım yoksa ben yazamadan bu yeni yıl da bitecek!
Berbat, kötü, feci olayları geçip sadece yüzeysel bir bakışla yazmak istiyorum. Sizin için de uygunsa başlayalım:

Sonunda Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okuduğumu gururla belirtmek isterim. Beklediğime yazık olmuş ama beklediğime değdi. Okuyun, Türk edebiyatına inancınız tazelensin.

Kaş, hala güzel. Olanca istilaya, insan kalabalığına, "artık popüler oldu yeaaa" serzenişlerine rağmen güzel. Üçüncü senemizde hala sıkılmadan tatil yapabildiğimize göre bize zaten güzel.

Hobbit'i de bitirdik; Orta Dünya'dan elimizde bir şey kalmadı. Çok üzgünüm. Bir fon açıp Peter Jackson'a Silmarillion'u film yaptırmak istiyorum.

Balkanlar, tam bir çıfıt çarşısı. Neresinde ne bulacağınız meçhul. Hatta bazı şeyleri bulabileceğiniz de meçhul.Yine de gidip görün derim. Doğa manzaraları, ucuz bira ve et seviyorsanız (ki @ezikböcek ve ben severiz) ideal. Ama yakın zamanda savaş ve katliam görmüş topraklarda olduğunuzu hep hatırlayacaksınız; buna da hazır olun.

Etrafımdaki (neredeyse) herkes bu yaz evlendiğine ve evlenen (neredeyse) herkes de hamile olduğuna göre soyumuzun devamı ile ilgili endişelerimin yersiz olduğuna karar verdim. Sona kalan arkadaşlardan da paket bir program bekliyorum.

Bazı benzerlikleri bulma konusunda koleksiyon yapıyor gibiyim, korkmaya başladım. Aynı özelliklere hatta aynı ortamlara sahip erkekler gibi...

Fransa sadece Paris değilmiş, öğrendik. @obsesifmakinist'le Lyon keşfimiz bize Fransa'yı, yemeklerini, insanlarını bir kere daha sevdirdi. Ayrıca bu vesile ile Avrupa'nın en  popüler altmış yaş üstü kulübünü de keşfetmiş olduk.

Suşi ile barıştım. Bir kaç kere görüşmüş ama birbirimizden bir türlü elektrik alamamıştık. Belki ortam belki zaman yanlıştı; kim bilir. Ama sonunda ortak bir noktada buluştuk ve ben o noktada o çiğ balık olacak zibidiyi sevdim. Ha doğru yer Bangladeşmiş demek ki o ayrı...

Üzerimden beş yüz bin volt (ciddiyim) elektrik geçmesine rağmen ölmedim hatta etrafıma ışık bile saçtım. Böyle bir deneyim ilginizi çekiyorsa Belgrad'daki Nikola Tesla müzesine bekleriz. Ama taksiyle değil. Bu şehirde taksiyle 6 liralık yere 600 lira ödeme riskiniz var.

Saçımı, bir tv reklamının üç saniyelik bir karesinde sörf yaparken görünen bir kadından ilham alarak tuhaf bir modele soktum. Son model bir apaçi olmakla tarz sahibi olmak arasında ince bir çizginin riskini almıştım ama neyse ki hala apaçi değilim.

Sadece dünyadaki en pahalı benzine değil en pahalı biraya da sahibiz bence. Başka ülkelerde hava alanındaki biranın bile bizde mekanlarda satılandan ucuz olmasını böyle açıklıyorum.

İki tane balık kaybettik: İlyas ve Ayfer. İlyas'ın elimize alıp sevmeye çalışmamız neticesinde mikrop kaptığı kanaatindeyim.

Ha bir de son olarak: mühür kırıldı...

Kıssadan hisse, benim için 365 gün ve 52 haftadan uzun, bitmek bilmeyen bir yıldı. Ama şimdi böyle alt alta yazınca iyi şeyler de var, biliyoruz. Harry Potter'da ne der hep (önce Hobbit, şimdi Harry Potter, iyice "geek" olduk) : Her zaman umut vardır.

Umudunuzun kaybolmadığı bir yıl olsun...

























 

5 Ocak 2015 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: 5958 KM

Barika'nın kuyusu: 5958 KM: Bendeniz naçizane bir yıl sonu değerlendirmesi yazacaktım ki; yılın sonu bir acayip geldi! Yok la korkmayın, aşık falan olmadım. O işi bı...

5958 KM

Bendeniz naçizane bir yıl sonu değerlendirmesi yazacaktım ki; yılın sonu bir acayip geldi!

Yok la korkmayın, aşık falan olmadım. O işi bıraktım ben -ki yapamıyorum zaten biliyorsunuz-, zorlamamak lazım. Her seferinde eline yüzüne bulaştırmaktansa hiç el sürmemek lazım.

Bu arada sağda solda bekar erkek arkadaşınız, kuzeniniz, tanıdığınız falan varsa bana getirebilirsiniz. Telli Baba türbesi gibi kadınım töbe estağfurullah; elimi sürdüğümün kısmeti açılıyor. Bu teoriyi yakın zamanda bir kere daha ispatladık, o yüzden gelip saçıma başıma çaput bağlayabilirsiniz.

Neyse...

Gençler, ben gidiyorum! Tamam sakin, infiale gerek yok, anlatacağım.

Bundan 9 sene önce, 2006 yılının 14 Şubat'ında bir otobüse atlayıp İstanbul'a gelmiştim. Acayip kar vardı, Bursa'da her yer bembeyazdı, Grup Seksendört ilk albümünü çıkarmıştı.
İstanbul'a gelmek için karar vermek aşağı yukarı bir gecemi almıştı. Benim kafama taktığım şeylerin peşinden gitme hevesim, deneme-yanılma-öğrenme merakım, heyecanlı bir tip olmam da yardımcı olmuştu elbet ama o zaman diliminde iş bulma sürecimde annem de baya yardımcı olmuştu. Sonuç, elimde bir zarfın içinde bir rüzgar gülü (asla sahibine verilemeyip, yıllar sonra çöpe atıldı), kafamda ne beklediğime dair tam bir boşlukla geldim. Halamın, yengemin, kuzenim değil dostum olan @obesesifmakinist'in destekleri ile bir anda başka bir hayatım oluverdi.
9 sene... Şimdi geriye doğru bakınca milyonlarca şey geçiyor aklımdan. Bir sürü mekan, insan, gece, gündüz, olay, sokak, cadde, kavga, aşk, gözyaşı, dert, tasa, mesai, kahkaha, parti, doğum günü...

Şimdi bir kere daha, alınmış hızlı bir kararla valiz toplama zamanı. Kararların hızlı olmasının en güzel tarafı üzerinde çok düşünecek vaktiniz olmamasıdır. Çünkü ne kadar düşünürseniz o kadar çok kulp takarsınız. O kulplar da kararınızla sizin aranıza diziliverirler. Gerek yok. Sadece eksilerinizi ve artılarınızı tartıp, kefenin yattığı yere doğru kararınızı verin yeter. Demesi kolay demeyin, biliyoruz da söylüyoruz. Korkmayın. Daha doğrusu olacakların belirsizliğinden ve riskinden ziyade konfordan korkun. Sizi olduğunuz yere bağlayan şeyin adı bu: konfor.
Ahkam kesmek değil niyetim sadece eğer adım atabilecekken atmıyorsanız diye lafım. Ha bi cesaret gençler!

Ben mi, ben de kendime "ha bir cesaret!" dedim. Ana hatları aşağı yukarı belli olunca, beğendiğim bir resmin detaylarına bakmaya karar verdim. Bilirsiniz; şeytan ayrıntıda gizlidir.

O yüzden bunu bir tür toplu duyuru sayalım: Siz bu satırları okurken ben, iş vesilesiyle buradan 5958 km uzağa gitmeye karar vermiş bulunuyorum. Bütün bu süreçte de sonrasında da blogdan görüşmeye devam edeceğiz, ayrıca önümüzde daha en az bir ay var o yüzden meraklanmayın (hani meraklanan varsa).

Nereye mi? Tahmin edin :)