26 Eylül 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: ERKEN TÜKETMİŞLİK SENDROMU

Barika'nın kuyusu: ERKEN TÜKETMİŞLİK SENDROMU: Hayatımda nasıl çıktığımı hatırlamadığım iki kapı ve o iki kapı arasında iki yıl artı dört sokak var… Hata yapmakta değil sorun, hatal...

ERKEN TÜKETMİŞLİK SENDROMU

Hayatımda nasıl çıktığımı hatırlamadığım iki kapı ve o iki kapı arasında iki yıl artı dört sokak var…

Hata yapmakta değil sorun, hatalardan ders almamakta. Bunca yıldır yazıyorum; okuyanlar ezberledi, ben kötü bir öğrenciyim. Yeni sezon başlamadan önce eski bölümlerin bir özeti yayınlanır ya hani, ben de kafamda çevirdim eski bölümleri; aboov! Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça! Yaş olmuş otuz bilmem kaç, hala on beşinde ergenler gibi heyecanlı heyecanlı, n’oluyoruz? Bir durulsak, bir sakin-serin olabilsek. Olabilsem.

Çabuk tüketme hastalığı var sanırım bende. Erken tüketmişlik sendromu… Şöyle oluyor:  Gördüm, fark ettim, tanışalım. Tanıştık, görüşelim. Görüştük, konuşalım. Konuştuk, daha çok konuşalım. Daha çok konuştuk, öpüşelim. Öpüştük, tamam işte ya!

Sıralama bu. Sıralamanın hızı bana bağlı olsa yokuş aşağı son sürat. Karşı taraf biraz aklı selim bir adamsa insani sürelerde. Karşı tarafın derdi hoppala son aşamaya geçmekse ikimizin ortasında bir yer. Hah işte bu yüzden de ne gerek: sabır. Sabır derken; canının her istediğini canının her istediğinde yapmamak.
Çok göresin mi var, görme. Ölmezsin. Bırak özlesin. Çok arayasın, sesini duyasın mı var, arama. Sesler de kıymete binsin. Çok öpesin mi var, öpme. Öpme de dudağın yaralanmasın.

Yahu bunca zaman bunları hep her aklına estiğinde yapmaya çalıştın da ne oldu? Çalıştım da ne oldu daha doğrusu. Söyleyeyim; kıymetsizleşti. Çünkü acıklı ama gerçek, el altında ve kolay ulaşılabilir olduğunuz her an kıymetiniz azalıyor. Milattan önceden beri süregelen “kaçan kovalanır”  düsturundan mütevellit bütün erkek ve kadınlar kıymetlerini arttırmak için ortalıklarda dolanmaktan kaçınmaktadırlar. Telefonlara çıkmamakta, aramamakta, sormamakta, her gel dendiğinde gitmemekte, gitse de erkenden dönmektedir.

Yaş olmuş otuz bilmem kaç, biz hala on beşinde ergenler gibi, kelebek kelebek, kalp kalp, koş koş. Şimdi onlar bile bu kadar ağırdan satarken kendini; karşımızdaki kefe artık biraz yükselse fena olmaz.


Yoksa daha çok kapı olur nasıl çıktığımı hatırlamadığım ya da hatırlamak dahi istemediğim…

19 Eylül 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: GAZLI BEZ

Barika'nın kuyusu: GAZLI BEZ: "Sen de benim kadar gerçekleri biliyorsun" diyor Sezen şu anda arkada. Kendisi de bazı gerçeklerin farkındadır sanırım. En azında...

GAZLI BEZ

"Sen de benim kadar gerçekleri biliyorsun" diyor Sezen şu anda arkada. Kendisi de bazı gerçeklerin farkındadır sanırım. En azından bunu yazarken farkındaymış...

Bir konuda anlaşalım: dış mihraklar diye bir şey yok. Dur dur, politik veya siyasi bir şey değil bahsettiğim. Bahsettiğim tamamen başka bir durum.
İkide bir olan biten şeylerle ilgili ya çevremizi ya da çevreleri suçlamaya kalkışmamızla ilgili...

Dediğim gibi; dış mihrak diye bir şey yoktur. Hayatta verdiğimiz hiçbir kararı komşularımızın, arkadaşlarımızın, dostlarımızın etkisi altında kalarak vermeyiz. Yaptığımız aslında kendi kafamızın içinde dönen ama bir türlü cesaret edemediğimiz şeye yandaş bulmanın heyecanıyla "ya evet aslında" ayağına yatıp zaten aklımızda olanı yapmaktır. Yani bildiğin iki yüzlülük bizimkisi.
Sadece genel geçer kurallara göre veya kişisel prensiplerimize göre doğru olmadığını bildiğimiz daha doğrusu düşündüğümüz şeyi, aklımıza geldiği an iteleriz. "Auvv ne ayıp!" deriz beynimize. Nasıl düşünürsün böyle şeyleri?! E ama beyin o, işi bu; düşünmek!
Zamanın birinde büyük bir cümle kurmuşuzdur "asla" veya "ben hayatta" ile başlayan. Sonra bir an gelir o cümle böyle olanca heybetiyle karşımızda dikilirken biz gözünün içine baka baka yürüyüp gitmek isteriz. Hah işte o aşamada: "ama o beni yoldan çıkardı, falanca da şöyle demişti, filanca da yaptı ama, hem zaten ne olacak değil mi?" ve benzeri cümleler tamamen bahane aramaktır. Aramayın!
Hah işte oraya bağlayacağım yazıyı: aramayın!

Yapacaksanız bir şeyi, yapasınız varsa ama daha da önemlisi sonuçlarını biliyorsanız, o sonuçlara katlanacak olanın da siz olduğunun farkındaysanız ve reşitseniz artı akli ehliyetiniz de varsa yapın o zaman! Kimsenin sizin "suç" unuza ortak olmasına, onaylamasına ihtiyacınız yok. Yapacaksanız yapın. Ama korkuyorsanız, o sonuçların hayali bile siz de buhran yaratıyorsa da yapmayın. Demek ki aklınız fikriniz ve hatta kalbiniz belki bünyeniz o kadar da net değil bu konuda. Zaten hepimiz de biliriz ki eğer niyetiniz netse, bir şekilde olur o işler. Hep olmuştur. Atalarımız bin tane güzel laf söylemiş bunun için. Mesela: Akacak kan damarda durmaz.

Durmaz şekerim, zorlama. Onun yerine bir an önce bir yerlerden gazlı bez toplamaya başla derim.

5 Eylül 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: KALK EYLÜL, HADİ BİZE BİR ÇAY KOY...

Barika'nın kuyusu: KALK EYLÜL, HADİ BİZE BİR ÇAY KOY...: Çok acayip bir işe kalkıştım... Bu çok acayip işin daha en başında çok acayip işler geldi başıma. Daha da gelecek gibi. Gelecek sanki....

KALK EYLÜL, HADİ BİZE BİR ÇAY KOY...




Çok acayip bir işe kalkıştım... Bu çok acayip işin daha en başında çok acayip işler geldi başıma. Daha da gelecek gibi. Gelecek sanki. Bu çok acayip iş, bir kaç yerden bir kaç hikayenin derlemesi gibi bir şey. Zamanı gelince süreceğimiz bir tarlayı ekmek gibi...

Bu son iki gündür zamanımın bir kısmını "iş" icabı Ermeni ezgileri ile geçiriyorum. Rumca kelimeler öğreniyorum. Bir Ortodoks cenazesinin peşinde, seksen sekizinde bir nenenin ardından giderken arkamda hep bunlar çalıyor. Meltem Cumbul der ya hani Gönül Yarası'nda, o hesap, ağlamak için anlamak gerekmiyor bazı şeyleri. Bıçağın nereden girdiğini görebiliyorsunuz. Neyin nereden kanamaya başladığını, nereden sızladığını yaraların. Şu anda arkamda Aravodun Temin çalıyor: http://www.youtube.com/watch?v=WYk89pL2x1o&feature=endscreen

Ben yıllarca, yaradılış icabı olsa gerek, ölenin kimliğinden çok kim olduğuna üzüldüm. Yaşadıklarının yitişine, aşklarının, sevdalarının, acılarının, çoluk çocuklarının, evlerinin barklarının gidişine üzüldüm. Çünkü fark ettim ki öldürenler de öldürtenler de değil ah, ölenler, ölenler ölüyor işte!

Ben yıllarca, yaradılış icabı olsa gerek, aynı sokakta, aynı mahallede, aynı memleketteysek ayrı değilize inandım. Ayrı düşmeyize. Aynı kaptan yiyorsak, tükürmeyize inandım.

Hala da azimle inanıyorum. Bir koca Haziran ayı da bana "inan!" diye bağırdı zaten, duymazdan mı gelseydim?

Ben bu "çok acayip iş" in içine girmesem bu kadar okur muydum, yine okudukça "peki ama" diye merak edip dahasını sorar mıydım, ben bir Beyoğlu akşamı bal rengini görmesem bazı şeyleri bu kadar merak eder miydim, her merak ettiğimde her merak ettiğime yaptığım gibi kuyunun dibine bakar mıydım bilmem; ama gördüm. Okudum. Okuyorum.

Okudukça öğreniyorum. Öğrendikçe şaşırıyorum. Dinledikçe şaşırıyorum. Şaşırıyorum çünkü bir arpa boyu dahi gelememiş miyiz diye şaşırıyorum. Biz nasıl olup da bunca yıl kendimizi herkese "hoşgörülü, misafirperver, komşusuna kıymet verenler" olarak tanıtmaya çalışmışız diye şaşırıyorum. Şekeri bitince kapısını çaldığımız evin kapısını kırma hakkını nereden buluyoruz, ona şaşıyorum. Biz nasıl bu kadar hızlı galeyana gelip, birbirimizden bu kadar çok nefret edip, birbirimizin etini yiyip, kanını içecek hale geliyoruz; ona şaşırıyorum. Bu nasıl bir açlıktır ey ahali, neden hala doymuyoruz, ona şaşıyorum...

Bugün 5 Eylül, yarın 6 Eylül, sonraki gün 7 Eylül...

Bir kere olsun, sebeplerine "ama" lar koymadan, sonuçlarına bakmayı denerseniz; nihayet açlığımızı doyurur, huzur içinde birer çay içebiliriz belki.

Not: meraklıları için özet bilgihttp://tr.wikipedia.org/wiki/6-7_Eyl%C3%BCl_Olaylar%C4%B1

2 Eylül 2013 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: BÜYÜK LOKMA

Barika'nın kuyusu: BÜYÜK LOKMA: Yazsam bir dert yazmasam bir dert. Derdi şundan; yazsam, öncekiler gibi yazılı tarihe geçmiş olacak. Yazmasam, içimde kalacak. Amma velakin...

BÜYÜK LOKMA

Yazsam bir dert yazmasam bir dert. Derdi şundan; yazsam, öncekiler gibi yazılı tarihe geçmiş olacak. Yazmasam, içimde kalacak. Amma velakin dostlar, hangi atalarsa o atalar hep doğru laflar etmişler. Şunun gibi: büyük lokma ye ama büyük söz konuşma. O vakit...

Duruş dediğin şey omurgadan kaynaklıdır. Omurların dizilişinden. Omurga dediğin vücudun direğidir. Dik durmanı sağlar. İşte ondandır ki bu hayatta bir şekilde dik duruşunu kaybedene "omurgasız" derler.

Yediklerin, içtiklerin, yazdıkların, okudukların, ideolojilerin, fikirlerin, hayallerin, küçük büyük lafların, ellerin, kolların hepsi bir bütünken; zihninin, vicdanın ve ruhun darmadağınık olduğunda iffetli kız numarası yaparken her haltı yiyen aşüfteden farkın kalmaz. Kalır mı? Bence kalmaz. Çünkü vicdanının izin verdiği kadar dik durabilirsin bu hayatta. Omurganın tam ortasındaki omur gibi, en dik durduğun yerdir bence vicdanın. Aynaya bakabilmeni, gece uyuyabilmeni, sabah uyandığında o yataktan kalkabilmeni, vapurda dalgalara bakarken sadece deniz kokusunu düşünebilmeni, çayın deminin tadını alabilmeni sağlayan vicdanındır.

Ve bir şekilde bir yerlerde senin gözlerinin içine bakan birileri varsa; kendiliğinden dikleşmelidir vücudun. Aldığın sorumluluk Atlas'ın sırtında taşıdığı dünya değildir. Seçilmiş, istenmiş, belli ki vakti zamanında değer verilmiş o seçimler senin omurlarının baskısı değil desteğidir. Öyle olması gerekir... Öyle değilse de Atlas dünyayı bırakamaz ama sen gözünü içine bakanlardan kaçırabilirsin. Kaçırmalısın. Ki onların da artık gözleri açılsın.

Tekrarlanan hatalar, hata değil; alışkanlıktır. Vurdumduymazlıkla, umursamazlıkla yapılmış eylemlerdir. Göze alabileceğini düşündüğün sonuçlardır. Ve eğer bir kere yapılan hataysa, ikinci kere yapılan artık senin seçimindir. Suçlu aramaya, ihale satmaya, süte su katmaya gerek yok. Aradığın cevap aynada, kudret de damarlarında akan kanda mevcuttur.