29 Mayıs 2013 Çarşamba

Barika'nın kuyusu: TİTRERİM MÜCRİM GİBİ

Barika'nın kuyusu: TİTRERİM MÜCRİM GİBİ: 29 Mayıs 2013 Bu yazıya bilerek tarih attım. Bir gün hepimizin geri dönüp bugünlerde yazdıklarımızı, okuduklarımızı, yaşadıklarımızı ...

TİTRERİM MÜCRİM GİBİ



29 Mayıs 2013

Bu yazıya bilerek tarih attım. Bir gün hepimizin geri dönüp bugünlerde yazdıklarımızı, okuduklarımızı, yaşadıklarımızı kendimize hatırlatmamız gerekeceği için. Hatırladıkça burnumuzun direği sızlayacak; ama acıdan, ama pişmanlıktan, ama yaralardan, ama biber gazından...

İzmir'de sıcak bir öğleden sonrası... Pijamamın paçalarını dizlerime kadar sıvamış, cıp cıp suyun içinde balkonu yıkıyorum. En sevdiğim iş, içinde su var ya. Parmaklıkların hemen önünde duran, koca mavi bidonda yetişen ve bize her sene onar, on beşer adet mahsül veren zeytin ağacını suluyorum. Ve sularken fark ediyorum ki; bu ağaç, bu ağaçlar...

Taksim Gezi Parkı, bu ülkedeki en harika ya da en büyük ya da en bilmem ne park değil. İçinde ağaçlar olan,  şehrin göbeğinin de göbeğinde bir vaha gibi duran, herkesin mutlaka içinden bir nefeste yürüyüp geçtiği sıradan, kendi halinde bir park. Tı. Şimdi bir direniş mekanı. Gönül diliyor ki bir diriliş mekanı da olsun. Gönül diliyor ki bir şeyler Taksim'den başlasın olması gerektiği gibi.

Rüzgar elbet yön değiştirecek. Korkum bu olduğunda artık elimizde avucumuzda bir şey kalmayacağı üzerine.

Bizler günlük hayatlarımızın gaileleriyle boğuşmaktan bu hale geldik, şimdi bu haller bizim günlük gailelerimiz oldu. Oluyor. Olacak. Bir "t" zamanında tüm gailemiz bu haller olacak. Olmalı.
Ben bu satırları yazarken "siz istediğiniz kadar konuşun benim dediğim olacak!" naraları atılıyor Garipçe taraflarında.

Bundan bir sene önce annemi götürmüştük Garipçe'ye, balık yemeye. Sanki İstanbul'da değilmiş gibi hissettirecek kadar yeşil, ağaçlık ve serin yollardan geçerek. Hakikaten de İstanbul'a ait değilmişcesine söküp alacaklar onları oradan.

Hepsi bir tarafa. Elin Çinlisi ile ortak yapılan bir otele satılan Beşiktaş Kadıköy İskelesi de bir tarafa. Cümle öylesine gerçek, net, sert ve keskin ki; cevap dahi veremezsiniz. Çünkü ucu açık değil, dört yanından kapalı. Tıpkı istikbalimiz gibi... "Ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik. Yapacağız."


28 Mayıs 2013 Salı

Barika'nın kuyusu: LEYLEĞİN GÖR DEDİĞİ

Barika'nın kuyusu: LEYLEĞİN GÖR DEDİĞİ: Yazacak ne çok şey ve yazmak için ne kadar az zaman vardı. Leyleği havada mı görmüşüm karada mı bilmiyorum ama yine ben yer görmedim...

LEYLEĞİN GÖR DEDİĞİ



Yazacak ne çok şey ve yazmak için ne kadar az zaman vardı. Leyleği havada mı görmüşüm karada mı bilmiyorum ama yine ben yer görmedim. Geçtiğimiz hafta sonu, iki günün bilançosu şu şekilde: Kayseri, Maraş, Adıyaman, Gaziantep. Listenin başında ve sonunda İstanbul sabit. Üstüne bir de uçaktan iner inmez koşarak Sütlüce’ye kürekçilerin yanına gidişim var ki; evlere şenlik. Üstelik de sırt çantamda halen Adıyaman peyniri taşırken…

Kürekçilerle ilgili hikayeler yazıldı, başka platformlarda paylaşılacak, bekleyin. Gelelim bizim zaruri Doğu turumuza. Malatyalıyım söylemesi ayıp ama memlekete gitmeyeli nereden baksanız sekiz sene oldu. Bunca zaman sonra yeniden o sınırlara yakın bir yerlere gitmek bana çok garip geldi. Özlemişim…

Kayseri büyük, düzenli ama manasız bir kazıklanma riski var, dikkat edin. Özellikle taksicilere. Mantılar küçük. Pastırmalar incecik. Koşturmaktan sağını solunu göremedik ama şehrin tam ortasında kocaman bir kale var.

Dağlık, yeşil, yağmurlu yollardan geçtik Kayseri’den Maraş’a otobüsle giderken. Maraş’ı sadece gece, tabelasından geçerken fark edebildiğim için hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Bizim için tek karı; gecenin o saatinde yenen dondurmalı baklava oldu. Hani şu bıçakla kesilen dondurma var ya, hah işte o.

Sonra, araba ile Adıyaman. Bütün bu hengamenin parçası olan bir düğün için. Sabah kahvaltısına, kahvaltıdaki közde bibere, fırından çıkıp gelen ekmeğe şükranlarımı sunarım. Bir kere daha anladım ki ben doymak için yemek yiyenlerden değilim. Yemek;  bir mesele, bir eğlence, bir zevk.

Düğün Gölbaşı’ndaydı. Adıyaman’ın bir ilçesi. Bir Anadolu düğününde İstanbullu misafir olma diye bir şey var, bilir misiniz? Ancak yaşarsanız anlarsınız onun verdiği hissi. Ezim ezim eziliyorsunuz onca ihtimam yüzünden. Ailenin tüm büyüklerinin halinizi hatırınızı sorması, o karmaşada gelin evinde sizi yemek yemeden göndermeyecek kadar sizi düşünmeleri, kendi elleriyle bir yerden alıp bir yere götürmeleri.

Adamlar bir seferde sekiz çeşit halay çektikleri ve ben toplasanız sadece bir ya da ikisini bildiğim için bir yerden sonra yaptığım o yüz kişinin arasında aşağı yukarı sallanmaktan ibaret oldu. Zaten Hitit güneşi gibi parlayan saçımla yeterince berraktım o halayın içinde, işte bu da tuz biber oldu. Benimle beraber parıldayan yol arkadaşlarımı es geçmeyeyim burada.

Dönüş; Adıyaman’dan İstanbul’a dönmeyi beceremediğimiz için önce dolmuşla Antep. Ama sabahında kahvaltı soframızda aynı anda hem lahmacun hem de çilek olmasına on puan istiyorum. Zaten bu hafta sonu mide spazmı geçirmediysem daha da geçirmem. İki saatte bir acılı, sarmalı, etli, yoğurtlu bilumum yiyecek maddelerini tükettik. Allah o sarma ve kuru biber-patlıcan dolmasını bulan, icat eden ve böyle pişirenleri ıslah etsin!

Sonrası işte İstanbul… Sıcak, kalabalık İstanbul. Evimi özlüyorum. Evim olması duygusu dağılan kafamdaki dağınıklıkları bastırıyor. Ki çok dağınığız bu aralar. Ucunu alamadığım, önünü göremediğim bir dağınıklık denizi gibi. Bazen, bir yerden biri başını uzatıyor sanki bu kalabalığa, ama o da kadar çabuk yok oluyor ki; gık diyememiş oluyorum. Leylek hala havada, ben hala evimi özlüyorum...



20 Mayıs 2013 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: BÜYÜK RİSK

Barika'nın kuyusu: BÜYÜK RİSK: Herkesin merakla beklediği yazıyı artık yazmanın zamanı gelmişti. Ne mi oldu: herkes gibi ben de 15 dakikalığına meşhur oldum. Mara...

BÜYÜK RİSK




Herkesin merakla beklediği yazıyı artık yazmanın zamanı gelmişti. Ne mi oldu: herkes gibi ben de 15 dakikalığına meşhur oldum. Maradona’nın tarihi de yanıma kar kaldı.

Bundan birkaç hafta önce, bilmem kaç bininci İzmir aile seyahatleri serisinin bir ayağında, akşam vakti televizyonda yarışma izlerken, ailemizin zoruyla Büyük Risk’e yazılıverdik. Bu arada ailemin ısrarı ile güzellik yarışmasına katıldım diyen kızların genelde yalancı veya numaracı yahut salak olduklarını düşünürdüm; öyle değilmiş. Nitekim ben de ailemin zoru ile katıldım. Bir daha neye zorlarlar artık beni bilmiyorum. Bu konuda halama ve anneme güveniyorum.

Ben o başvuruyu unutalı yıl olmuştu ki bir öğle vakti beni arayıp “Gelin de bir tanışalım” babında bir şeyler söylediler. Ben de yanıma gerekli desteği ve bilemediğim sorular için de gerekli ezmeyi yapabilecek yegane insanlardan birini alarak (yüzümü bu konularda hiç kara çıkartmayan Okaniko’ya sevgiler) gittim. Verdikleri 50 soruluk yazılı genel kültür sınavından sonra bir de sözlü sınava girdim. Sonra da “hadi görüşürüz” kabilinde ayrıldık. Sonra? Sonrası bundan bir hafta sonra saat akşam 9 sularında çalan telefon, “yarın bir koşu gelin de sizi televizyona çıkaralım” şeklinde bir konuşma, bunun benim kırk yılda bir dışarıda kaldığım geceye denk gelmesi, koşarak eve dönüp elbise ayakkabı neyin toplama, sonra da dosdoğru Ciner Stüdyoları’na intikal.
Hayatımda hiç stüdyo görmediğim için ben baya devasa bir şey bekliyordum ama baya normal bir binadan içeri girdik. Ben ve benim gibi on kişi daha (sayı biraz atmasyon, kusura bakmayın) bir odada beklerken bizi son bir görüşmeye daha alıp kimin kimle yarışacağına karar verdiler. Asıl şenlik bundan sonrası!

Yarebbim, hayatta tek makyaj anlayışı gözüne kalem çekmek olan bu Barika kulunuzun suratı, otuz yılda görmediği kadar makyajı bir günde gördü. Bu kamera makyajı mıdır ne zıkkımdır; suratınıza bildiğiniz katman halinde sürülen kapatıcılar –ki insan “ulan bu kadar mı kapatılacak şey varmış benim suratımda” diye düşünüyor- ve gözünüzün üstünden alnınıza uzanan farlar falanla yapılan bir şey. Makyaj bittiğinde o kadar canavar gibi görünüyordum ki; saçlarımı önüme düşürüp kimse yüzümü görmesin diye dua ettim. E tabi cehalet zor şey; o abartılı Bülent Ersoy makyajı, kamera önüne geçince normal bir şey oldu. Hatta güzel oldum bile denebilir. Annem bile telefonda bana “seni bir güzel yapmışlar, iyi” dedi ya la! Gerçi ikinci çekimde bana o makyajın üzerine bir de Muazzez Abacı saçı yaptılar ve ben turuncu saçlarım, turkuaz makyajımla hepten suratımda papağan patlamış gibi oldum ama olsun.

Bu arada bir ara önümüzden Seda Sayan geçti. İster inanın ister inanmayın ama kadın taş gibi! Ondaki vücut bende yok. İncecik. Yanındaki korumasının koluna girmiş tıngır mıngır geçti önümüzden. Yan stüdyoda da Berdan Mardini Şov varmış ama yüreğim oraya gidip bir bakmayı kaldıramayacağı için koşarak uzaklaştım.

Yanımda en kısa elbiselerimden birini getirmiş, topuklu ayakkabıları da giyince etek totoma kadar çıkmış olduğu için; ben bir elimle eteğimi çekiştirirken bizim stüdyoya Selçuk Yöntem geliverdi. Adam o kadar karizmatik ve ses tonu o kadar etkileyici ki ben onu görünce zaten dutu yiyemeden düşürmüş bülbül gibi oldum. Kendisinin bilemediğim soruda -haklı olarak- attığı paparayı da unutamam. Soruyu bilememekten daha çok koydu ha!

Bu arada seyirciler aynen bildiğiniz teyzelerim, öğrenci kardeşlerim, set ekibi vesaireden oluşuyor. Size yüksek sesle konuşun, aralarda cümle kurmaktan korkmayın falan diyorlar ki benim için ikisi de pek zor değildi. Ama o heyecan, acayip bir şey! Bir de yarışmacılardan birinin son üç günün birincisi olduğunu öğrenince ben zaten hayatta başarılar deyip gidecektim az daha. Gerçi işler öyle olmadı…

Kazara Milyoner (Slumdog Millionare) filmini hatırlayan var mı, hani şu Hintli çocuk Kim 500 Milyar İster’ e katılıyordu falan. Orada hikayede çocuğa çıkan her soru aslında bir yaşanmışlık yüzünden kolayca biliniyordu ya; bir benzeri de bende oldu. Yarışmadan bir iki hafta önce gittiğim yerler, hakkında konuştuğum konular, dinlediğimiz şarkılar soru olarak çıktı. He ama lütfen, bildiğim bütün yazarlar, kitaplar vesaire bilgileri benim bizzat kendi dağarcığıma aittir, onlar sayılmaz.

Birinci gün kazanmama vesile olan Mustafa Ceceli ne kadar velinimetimse; ikinci gün kaybetmeme neden olan Maradona o kadar hasmımdır. Zaten o adam hep zırtapozdu. Ben ki Arjantinlileri bu kadar severim. Ayıp değil mi ama! He bundan sonra sittin sene Maradona’nın Napoli forması ile yıllarını geçirdiğini unutmam o ayrı mesele.  

E para mı? Kazandık tabi (koskoca Çaydanlık’ı bildim, vermesinler mi bana para) ama yılbaşına doğru, 6 ay sonra yatıracağız dediler. Şahitsiniz, ona göre. Zaten para şimdiden bitti. Ezikböcek öyle bir liste yapmış ki alışveriş için, bitirdik. Bu arada kutlamak için onları Boğaz’da yemeğe götürmemi isteyenlerin sayısı 35’e falan çıktığı için bankadan kredi çekmemiz gerekecek.

Bundan sonraki hedefimiz Kim Milyoner Olmak İster olabilir mesela. Bekle Kenan Işık, ben geliyorum!

10 Mayıs 2013 Cuma

Barika'nın kuyusu: HAYIRLI BİR İŞ

Barika'nın kuyusu: HAYIRLI BİR İŞ: Herkese Merhaba, Valla tuhaf bir giriş oldu bence de, haklısınız ama bundan sonrası da tuhaf. Tuhaf derken iyi tuhaf. Kendi kendine dön...

HAYIRLI BİR İŞ

Herkese Merhaba,

Valla tuhaf bir giriş oldu bence de, haklısınız ama bundan sonrası da tuhaf. Tuhaf derken iyi tuhaf.

Kendi kendine dönmeye çalışan ama bizim ikide bir çomak soktuğumuz sevgili dünyamız acılar içinde kıvranırken, sizin bizim gibi sağına soluna sadece laf yetiştirmeyip bir kaç adım ötesine geçen insanlar var. Aha da bu insanlar çevredir, ekodur bilmem ne diye kendilerine iş yaratan (!) ve icat çıkaran (!) davranışlarda bulunuyorlar.

Bu hafta sonu da yine hayırlı bir iş için yollardalar. Konu mühim, destek daha da mühim. Aşağıdaki iki satır şeyi okursanız zaten anlayacaksınız. Haydi bakalım.

Ben elçiyim, zevali size...


"Efendim bu hafta sonu yollardayız. Bir kez daha kendini aşmanın, istediğinde bedenin yapabileceklerine şahit olmanın en güzel hallerinden birini yaşamayı umuyorum. Runtalya maratonundan sonra Bozcaada Maratonunda 10k koşmak üzere yollara düşüyorum. Parkur zorluymuş, bol yokuşlu tırmanışlıymış gidip yerinde göreceğiz, yine öncelikle parkuru bitirmeye çalışacağım, süre falan sonradan gelir diyerek.
Peki neden gidiyorum, koşuyorum derseniz Runtalya'da olduğu gibi Buğday Derneği Tohum Takas Ağı projesi için.
Nedir Tohum Takas Ağı Projesi?
Tükenmekte olan atalık tohumlarımızı bulunması ve ekiminin yaygınlaştırılması için canla başla çalışılan projedir. Çünkü her şey tohumla başlar, o tohumlarki geçmişin bilgeliğini bugüne taşır, geleceğin teminatı, çocuklarımızın rıskı, mutlu ve kendine yeten bir hayatın simgesi olur.
Dört bir yanımızı GDO'lu pirinçler ve nicesi sarmadan, Monstato tohumlarımızı ticari mal haline getirmeden, sağlığımızı bağımsızlığımızı elimizden almadan;
Sizde bu projeye destek olmak isterseniz-ki bence olun-
Projeyle ilgili detaylı bilgi için: http://yasasintohumlar.org/
Havale / EFT ile bağış için:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi Şube No: 400 Hesap No: 6295240
IBAN: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40
(Lütfen banka ödemelerinde açıklama kısmına "AA, ghasi, ADIN SOYADIN" yazmayı unutmayınız!)
Kredi Kartı ile bağış için:
https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php
(Lütfen koşuculardan "Gizem Hasırcıoğlu- ghasi" i seçmeyi unutmayınız!)
PayPal ile bağış için:
https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdimPayPal.php
(Lütfen koşuculardan "Gizem Hasırcıoğlu- ghasi" i seçmeyi unutmayınız!)"

7 Mayıs 2013 Salı

Barika'nın kuyusu: HACIYATMAZ

Barika'nın kuyusu: HACIYATMAZ: Bu sabah uyandığımda duvarda asılıydı: Sen haklıydın; o doğru insandı. Saçından, kaşından, gözünden bağımsız sözüne ve özüne bağlı ol...

HACIYATMAZ



Bu sabah uyandığımda duvarda asılıydı:

Sen haklıydın; o doğru insandı. Saçından, kaşından, gözünden bağımsız sözüne ve özüne bağlı olarak doğru insandı. Doğru yerde duruyordu ve doğru sonuçlara varmak için doğru yolu gösteriyordu.

Ben haklıydım; yanlıştı. Zamanlama değil zaman yanlıştı. Belirsizlik ve düzensizlik içinde kıvranmak yanlıştı. Olmayacak dualara amin demeden ta önce, başta el açmak yanlıştı. Bir "t" anında her şey doğru iken başka bir "t" anında her şey yanlıştı.

Formül doğruydu ama sonuç yanlıştı.

Doğruların yanlışları götürmesi gerekirken, yanlışlar doğruları götürüyor; işte bütün mesele bu.

Devrim gibi bir adama karşın hükümet gibi bir kadındı; belki de tam tersi. Kim kimi devirirse idi; hacıyatmaz oldu...

2 Mayıs 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: ANISINA...

Barika'nın kuyusu: ANISINA...: Oscar töreni izleyenler bilir; törende bir anma bölümü vardır. Kaybettiklerimiz babında. Ben de öyle bir şey yapalım diyorum. Kaybettik...

ANISINA...



Oscar töreni izleyenler bilir; törende bir anma bölümü vardır. Kaybettiklerimiz babında. Ben de öyle bir şey yapalım diyorum. Kaybettiklerimiz...

Hoşgörü: bir harf değişikliği ile horgörüye dönüştü zaman içinde. Elimizden geleni ardımıza koymuyoruz artık.

Umut: fakirin ekmeği idi ya, açlık sınırındaki düşmeden kaynaklı kendisinden bir süredir haber alınamıyor.

Dürüstlük: doğru söyleyen dokuz köyden kovulunca illallah demiş olacak ki; bizim köyde her şey yalan-dolan.

Haysiyet: kelime olarak söylenmesi zor geliyordu, direkt lugattan kaldırdık. İyi de oldu. Hay siyyet!

Biz çocukken annelerimiz "elinle gösterme insanları, ayıp!" diye bize kızardı. Senden fakire senden fakirmiş gibi davranmak günahtı. Mazlumun ahını almak en büyük kabustu. Kimsenin anasına babasına öyle çemkiremezdin, kendinden büyüklere sesini dahi yükseltmek ayıptı. Yardıma ihtiyacı olana kimlerdenmiş diye bakılıp koşulmazdı, önce yardıma koşulur sonra hali sorulurdu. Canı yanan, hakkı yenen kimseye oh olmuş denmez, diyen de ayıplanırdı.

Her ortamda dinden, imandan, hoşgörüden, demokrasiden, ileri demokrasiden, akıldan, fikirden, haktan, hukuktan dem vurmadan önce; demlenmeyi bilmek lazım. Çay bardağında rakı içiyorsak bu rakıyla çayın kardeşliğindendir; anlamak lazım. Anlamak için dinlemek lazım.

Lazımların listesini yapsak buradan köye yol olur; hem de duble yol. Ne sandıydınız...